بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَيۡلٞ يَوۡمَئِذٖ لِّلۡمُكَذِّبِينَ ٢٤
Vay haline o gün yalan diyenlerin.
Vay haline o gün, yalanlayanların.
O gün vay yalanlayanların hâline!
(Kudretimizi) yalan sayanların vay o gün haaline!
O gün inkarcıların vay haline!
أَلَمۡ نَجۡعَلِ ٱلۡأَرۡضَ كِفَاتًا ٢٥
Ye kilmadık mı arzı bir tokat.
Biz; yeryüzünü toplantı mahalli kılmadık mı?
(25-26) Biz yeryüzünü dirileri de ölüleri de toplayan (bir yurt) yapmadık mı?
Biz, yeri bir toplantı yeri yapmadık mı?
Biz yeryüzünü barınak yapmadık mı?
أَحۡيَآءٗ وَأَمۡوَٰتٗا ٢٦
Gerekse diriler için gerekse emvat.
Ölülere de, dirilere de.
(25-26) Biz yeryüzünü dirileri de ölüleri de toplayan (bir yurt) yapmadık mı?
Dirilere de, ölülere de.
Ölüler için de diriler için de.
وَجَعَلۡنَا فِيهَا رَوَٰسِيَ شَٰمِخَٰتٖ وَأَسۡقَيۡنَٰكُم مَّآءٗ فُرَاتٗا ٢٧
Ve oturtupta onda yumru yumru oturaklı dağlar, sunmadıkmı size bir su (tatlı) bir furat.
Orada yüksek ve sabit dağlar var edip tatlı sular içirmedik mi size?
Orada sabit yüce dağlar yaratmadık mı, size tatlı bir su içirmedik mi?
Orada sabit sabit, yüce yüce (dağlar) vücûde getirmedik mi? Size tatlı bir su da içirmedik mi?
Orada yüksek dağlar yaratmadık ve size tatlı sular içirmedik mi?
وَيۡلٞ يَوۡمَئِذٖ لِّلۡمُكَذِّبِينَ ٢٨
Vay haline o gün yalan diyenlerin.
Vay haline o gün, yalanlayanların.
O gün vay yalanlayanların hâline!
(Bu gibi ni'metleri) yalan sayanlarını o gün vay haaline!
O gün inkarcıların vay haline!
ٱنطَلِقُوٓاْ إِلَىٰ مَا كُنتُم بِهِۦ تُكَذِّبُونَ ٢٩
Haydi boşanın o yalan dediğinize.
Varın yalanlayıp durduğunuz şeye gidin.
Onlara şöyle denecek: “Yalanlamakta olduğunuz şeye (cehennem azabına) gidin.”
(O kâfirlere şöyle denilecek:) «(Haydi) o yalan diyegeldiğiniz şey'e (azaba) gidin».
Şimdi inkar ettiğiniz yere koşunuz!
ٱنطَلِقُوٓاْ إِلَىٰ ظِلّٖ ذِي ثَلَٰثِ شُعَبٖ ٣٠
Haydi boşanın bir üç çatallı gölgeye.
Üç kollu gölgeye gidin.
(30-31) “Üç kola ayrılmış gölgeye gidin ki, o ne gölgelendirir ne de alevden korur.”
«Haydi (cehennemin) üç kola (ayrılmış) (duman) gölgesine gidin».
Üç çatallı gölgeye koşunuz.
لَّا ظَلِيلٖ وَلَا يُغۡنِي مِنَ ٱللَّهَبِ ٣١
Ne gölgelendirir ne alevden korur.
Gölge yapmaz ve alevden korumaz.
(30-31) “Üç kola ayrılmış gölgeye gidin ki, o ne gölgelendirir ne de alevden korur.”
(Ki o), gölgelendirici değildir. (Onları) alevden de korumaz.
Serinlik sağlamayan ve alevden korumayan gölgeye!
إِنَّهَا تَرۡمِي بِشَرَرٖ كَٱلۡقَصۡرِ ٣٢
Çünkü o, öyle şirareler atacaktır ki her biri bir saray gibi.
O; her biri bir saray gibi kıvılcımlar atar.
Şüphesiz cehennem, her biri saray büyüklüğünde kıvılcımlar saçar.
Çünkü o (ateş) öyle kıvılcım atar ki herbiri sanki bir saraydır.
O saray gibi kocaman kıvılcımlar saçar.
كَأَنَّهُۥ جِمَٰلَتٞ صُفۡرٞ ٣٣
Sanki sarı sarı hopalar gibi.
Ve her biri sanki birer sarı erkek devedir.
Bunlar sanki birer kızıl devedir.
Herbiri sanki sarı sarı erkek develerdir.
Her biri birer sarı deve gibi kıvılcımlar,
وَيۡلٞ يَوۡمَئِذٖ لِّلۡمُكَذِّبِينَ ٣٤
Vay haline o gün yalan diyenlerin.
Vay haline o gün, yalanlayanların.
O gün vay yalanlayanların hâline!
Yalan sayanların vay o gün haaline!
O gün inkarcıların vay haline!