بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَدَانِيَةً عَلَيۡهِمۡ ظِلَٰلُهَا وَذُلِّلَتۡ قُطُوفُهَا تَذۡلِيلٗا ١٤
Üzerlerine o cennet gölgeleri sarkmış ve devşirimleri mebzûl mebzûl önlerine konmuştur.
Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve meyveleri de aşağı eğdirilmiştir.
Üzerlerine cennetin gölgeleri sarkmış, cennetin meyveleri (kolayca alınacak şekilde) yakınlaştırılarak hazırlanmıştır.
Ve gölgeleri onlara yakın, meyveleri de emirlerine (her an ve her suretle) boyun eğdirilmiş olarak.
Ağaçların gölgeleyici saçakları başlarına yakın alçaklıkta ve meyvalarının devşirilmesi son derece kolay olur.
وَيُطَافُ عَلَيۡهِم بِـَٔانِيَةٖ مِّن فِضَّةٖ وَأَكۡوَابٖ كَانَتۡ قَوَارِيرَا۠ ١٥
Hem dolaşılır üzerlerine gümüşten kaplar ve küplerle ki billûrlar.
Çevrelerinde gümüş kupalar ve billur kaseler dolaştırılır.
Etraflarında gümüş kaplar, şeffaf kadehler dolaştırılır.
Onlara gümüşden billur kablar, kupalar dolaşdırılır.
Onlara gümüş tabaklarla ve saydam kadehlerle servis yapılır.
قَوَارِيرَاْ مِن فِضَّةٖ قَدَّرُوهَا تَقۡدِيرٗا ١٦
Gümüşten billûrlar, onları türlü türlü biçime koymuşlardır.
Billurları gümüş gibi parlaktır. Mikdarını onlar takdir etmiştir.
Gümüşten billur kaplar ki, onları (ihtiyaca göre) ölçüp düzenlemişlerdir.
(Evet) gümüşden (yaratılmış) billurlar ki mıkdarını (sâkıyler) ta'yin etmişlerdir.
Bu gümüşten saydam kadehlerin büyüklükleri ihtiyaçlarına göre belirlenmiştir.
وَيُسۡقَوۡنَ فِيهَا كَأۡسٗا كَانَ مِزَاجُهَا زَنجَبِيلًا ١٧
Ve orada bir kadeh sunulur ki katgısı olmuştur zencefil.
Orada karışımı zencefil olan bir kadehten de içirilirler.
Orada kendilerine, katkısı zencefil olan içecekle dolu bir kâseden içirilir.
Orada onlara katgısı zencefil olan (dolu) kadeh de içilir.
Onlara orada taslar içinde zencefil karışımlı içecekler sunulur.
عَيۡنٗا فِيهَا تُسَمَّىٰ سَلۡسَبِيلٗا ١٨
Bir çeşme ki denir selsebîl.
Orada bir pınardır ki, Selsebil adı verilir.
Orada bir pınar ki ona “selsebil” adı verilir.
(Zencefil) orada bir pınardır. «Selsebîl» adı verilir (ona).
Bu «selsebil» adı verilen bir cennet pınarıdır.
۞ وَيَطُوفُ عَلَيۡهِمۡ وِلۡدَٰنٞ مُّخَلَّدُونَ إِذَا رَأَيۡتَهُمۡ حَسِبۡتَهُمۡ لُؤۡلُؤٗا مَّنثُورٗا ١٩
Ve dolanır etraflarına muhalled evlâdlar, görünce onları sanırsın saçilmış inciler.
Çevrelerinde ölümsüz gençler dolaşır ki; onları gördüğünde saçılmış bir inci sanırsın.
Çevrelerinde, gördüğünde saçılmış inciler sanacağın, hep aynı gençlik ve güzellikte kalacak hizmetçiler dolaşır.
Etraflarında herdem taze çocuklar dolaşır ki sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın!
Onlara hiç ölmeyecek gençler hizmet ederler. Bu gençleri görsen, ortalığa saçılmış birer inci sanırsın.
وَإِذَا رَأَيۡتَ ثَمَّ رَأَيۡتَ نَعِيمٗا وَمُلۡكٗا كَبِيرًا ٢٠
Ve gördüğün zaman orada bir na'îm ve pek büyük bir mülk görürsün.
Nereye baksan; orada bir nimet ve büyük bir mülk görürsün.
Orada, görünce (sonsuz) nimetler ve büyük bir mülk (hükümranlık) görürsün.
Orada herhangi bir yeri gördüğün zaman (büyük) bir ni'met, bol bir (ihtişam ve) saltanat görürsün.
Nereye baksan bir nimet ve büyük bir saltanat görürsün.
عَٰلِيَهُمۡ ثِيَابُ سُندُسٍ خُضۡرٞ وَإِسۡتَبۡرَقٞۖ وَحُلُّوٓاْ أَسَاوِرَ مِن فِضَّةٖ وَسَقَىٰهُمۡ رَبُّهُمۡ شَرَابٗا طَهُورًا ٢١
Üstlerinde bir sündüs esvab yem yeşil ve kalın istebrak, gümüşten bileziklerle süslenmişler, Rableri onlara bir şarabı tahûr sunmaktadır.
Üzerlerinde ince, yeşil ipekli ve parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Rabbları onlara tertemiz bir içecek içirmiştir.
Üstlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüş bileziklerle süsleneceklerdir. Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecektir.
Üzerlerinde ince ve kalın ipekden yeşil elbiseler vardır. Gümüşden bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri de onlara gaayet temiz bir şarab içirmişdir.
Üzerlerinde ince, yeşil ipekten ve atlastan elbiseler vardır, bileklerine gümüş bilezikler takılmıştır. Rabbleri onlara temiz içecekler sunmuştur.
إِنَّ هَٰذَا كَانَ لَكُمۡ جَزَآءٗ وَكَانَ سَعۡيُكُم مَّشۡكُورًا ٢٢
Şöyle diye ki işte bu sizin bir mükâfatınızdı, sa'yiniz meşkûr oldu.
İşte bu, sizin işlediklerinize karşılık oldu. Sa'yiniz meşkur olmuştur.
Onlara şöyle denecektir: “Şüphesiz bu sizin için bir mükâfattır. Çalışma ve çabanız makbul görülmüştür.”
(Bütün) bu (ni'metler) şübhe yok ki sizin için bir mükâfatdır. Sa'yimz meşkûr olmuşdur.
Bütün bunlar iyiliklerinizin karşılığıdır, çabalarınız, hoşnutluğumuzu kazanmıştır.
إِنَّا نَحۡنُ نَزَّلۡنَا عَلَيۡكَ ٱلۡقُرۡءَانَ تَنزِيلٗا ٢٣
Filhakika biz indirdik biz sana Kur’an’ı ceste ceste.
Muhakkak ki Kur'an'ı sana indiren Biziz, Biz.
Şüphe yok ki, Kur’an’ı sana elbette biz indirdik biz.
Hakıykat, Kur'ânı sana ceste ceste biz indirdik biz.
Ey Muhammed, bu 'Kur'an'ı sana indiren biziz.
فَٱصۡبِرۡ لِحُكۡمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعۡ مِنۡهُمۡ ءَاثِمًا أَوۡ كَفُورٗا ٢٤
O halde sabret Rabbi’nin hükmünü vermesi için de itaat etme onlardan bir âsime veya nanköre.
Öyleyse Rabbının hükmüne sabret ve onlardan hiç bir günahkara veya inkarcıya itaat etme.
O hâlde, Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan hiçbir günahkâra ve hiçbir nanköre itaat etme.
Artık Rabbinin hükmüne (rızaa ile) sabret. Onlardan hiçbir günahkâra, yahud hiçbir nanköre boyun eğme.
Rabbin hükmünü verinceye dek sabret, onların günahkârlarının ve inatçı inkârcılarının sözlerine uyma.