بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَٱلَّذِينَ هُم بِشَهَٰدَٰتِهِمۡ قَآئِمُونَ ٣٣
Ve onlarki şâhidliklerinde dürüstûrler.
Ve onlar ki; şahidliklerini gereği gibi yaparlar.
Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapan kimselerdir.
Sahiciliklerini (dosdoğru) yapanlar,
Şahidliklerini yaparlar.
وَٱلَّذِينَ هُمۡ عَلَىٰ صَلَاتِهِمۡ يُحَافِظُونَ ٣٤
Ve onlarki namazları üzerine muhafızlık ederler.
Ve onlar ki; namazlarını muhafaza ederler.
Onlar, namazlarını titizlikle koruyan kimselerdir.
Namazları (nın hakkını) muhaafaza edenler,
Namazlarını korurlar.
أُوْلَٰٓئِكَ فِي جَنَّٰتٖ مُّكۡرَمُونَ ٣٥
İşte onlar cennetlerde ikrâm olunanlardır.
İşte bunlar; cennetlerde ikram olunanlardır.
İşte onlar cennetlerde ikram göreceklerdir.
işte bunlar cennetlerde ikram olunanlardır.
İşte onlar cennetlerde ağırlanırlar.
فَمَالِ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ قِبَلَكَ مُهۡطِعِينَ ٣٦
Şimdi nevar o küfredenlere ki sana doğru boyunlarını uzatarak koşuyorlar.
O küfredenlere ne oluyor ki; gözlerini sana doğru dikip bakmaktadırlar.
(36-37) Şimdi, inkâr edenlere ne oluyor ki, boyunlarını uzatarak (alay etmek için) sağdan soldan gruplar hâlinde sana doğru koşuyorlar?
(36-37) Şimdi, o küfredenlere ne oluyor ki senin sağ (ın) dan, sol (un) dan halka halka hep gözlerini sana doğru dikib bakmakdadırlar.
O nankörlere ne oluyor ki sana doğru koşuyorlar
عَنِ ٱلۡيَمِينِ وَعَنِ ٱلشِّمَالِ عِزِينَ ٣٧
Sağdan ve soldan fırka fırka.
Sağdan ve soldan halka halka olarak.
(36-37) Şimdi, inkâr edenlere ne oluyor ki, boyunlarını uzatarak (alay etmek için) sağdan soldan gruplar hâlinde sana doğru koşuyorlar?
(36-37) Şimdi, o küfredenlere ne oluyor ki senin sağ (ın) dan, sol (un) dan halka halka hep gözlerini sana doğru dikib bakmakdadırlar.
Sağdan, soldan, ayrı ayrı gruplar halinde gelip etrafını sarıyorlar.
أَيَطۡمَعُ كُلُّ ٱمۡرِيٕٖ مِّنۡهُمۡ أَن يُدۡخَلَ جَنَّةَ نَعِيمٖ ٣٨
Onlardan her kişi naîm cennetine sokulacağını ümid mi ediyor?
Onlardan herkes Naim cennetine konulacağını mı umuyor?
Onlardan her biri Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor?
Onlardan herkes Naîm cennetine sokulacağını mı ümîd ediyor?
Onlardan her biri, nimet cennetine sokulacağını mı umuyor yoksa?
كـَلَّآۖ إِنَّا خَلَقۡنَٰهُم مِّمَّا يَعۡلَمُونَ ٣٩
Yağma yok, biz onları o bildikleri nesneden yarattık.
Hayır. Doğrusu Biz; onları, bilip durdukları şeyden yarattık.
Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden (meniden) yarattık.
Hayır (ne gezer)! Hakıykat biz onları (da) o bilib durdukları şeyden yaratdık.
Hayır! Öyle şey yok. Aldatıcı akıbetten kurtulamazlar onlar. Biz onları bildikleri şeyden yarattık.
فَلَآ أُقۡسِمُ بِرَبِّ ٱلۡمَشَٰرِقِ وَٱلۡمَغَٰرِبِ إِنَّا لَقَٰدِرُونَ ٤٠
Artık o müşriklerin, mağriblerin Rabb’i için yemîne ne hacet, şüphesizki biz elbette kadiriz.
Doğuların ve Batıların Rabbına yemin ederim ki, şüphesiz Biz; gücü yetenleriz.
(40-41) Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez.
(40-41) Yine hayır, (iş onların umdukları gibi değildir). Doğuların, batıların Rabbine andederim ki, şübhesiz biz onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmiye de elbette kaadiriz ve biz, önümüze geçilebilecekler (den) de değiliz.
Yoo, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki bizim gücümüz yeter.
عَلَىٰٓ أَن نُّبَدِّلَ خَيۡرٗا مِّنۡهُمۡ وَمَا نَحۡنُ بِمَسۡبُوقِينَ ٤١
Onları kendilerinden hayırlısına tedbil edebiliriz ve bizim önümüze geçilmez.
Ki onların yerine kendilerinden daha iyilerini getirelim. Ve Biz, önüne geçilecekler de değiliz.
(40-41) Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez.
(40-41) Yine hayır, (iş onların umdukları gibi değildir). Doğuların, batıların Rabbine andederim ki, şübhesiz biz onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmiye de elbette kaadiriz ve biz, önümüze geçilebilecekler (den) de değiliz.
Onları, kendilerinden daha hayırlı olanlarla değiştirmeğe. Bizim önümüze geçilmez.
فَذَرۡهُمۡ يَخُوضُواْ وَيَلۡعَبُواْ حَتَّىٰ يُلَٰقُواْ يَوۡمَهُمُ ٱلَّذِي يُوعَدُونَ ٤٢
O halde bırak onları dalsınlar ve oynaya dursunlar tâ o vaad olundukları güne çatacakları deme kadar.
Bırak onları, kendilerine vaadolunan güne kavuşuncaya kadar dalıp oynasınlar.
Sen onları bırak, uyarıldıkları günlerine kavuşuncaya kadar batıl inançlarına dalsınlar ve oynasınlar.
(Şimdilik) onları (hallerine) bırak. (Azâb ile) tehdîd edilmekde oldukları günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynaya dursunlar.
Bırak onları kendilerine va'dedilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsın oynasınlar.
يَوۡمَ يَخۡرُجُونَ مِنَ ٱلۡأَجۡدَاثِ سِرَاعٗا كَأَنَّهُمۡ إِلَىٰ نُصُبٖ يُوفِضُونَ ٤٣
O günkü kabirlerden hızlı hızlı çıkacaklar, sanki çantalarıyla dikmelere (putlara) gidiyorlarmış gibi fırlayacaklar.
O gün; onlar, dikili taşlara doğru koşuyorlarmış gibi, kabirlerden çabuk çabuk çıkarlar.
(43-44) Dikili putlara akın akın gidercesine, gözleri inmiş, kendilerini zillet kaplamış bir hâlde mezarlarından süratle çıkacakları o günü hatırla! İşte o, uyarıldıkları gündür.
O gün onlar, sanki dikili bir şey'e koşuyorlar gibi, kabirlerin) den fırlaya fırlaya (mahşere) çıkarlar,
O gün kabirlerden hızlı hızlı çıkarlar. Onlar dikilen putlara yahut hedeflere doğru koşar gibi koşarlar.