بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِلَّا عَلَىٰٓ أَزۡوَٰجِهِمۡ أَوۡ مَا مَلَكَتۡ أَيۡمَٰنُهُمۡ فَإِنَّهُمۡ غَيۡرُ مَلُومِينَ ٣٠
Ancak zevcelerine veya milki yemînlerine başka, Çünkü bunda levm olunmazlar.
Ancak eşleri ve sağ ellerinin malik oldukları müstesna. Doğrusu onlar, bunun için kınanacak değildirler.
Ancak eşleri, yahut sahip oldukları cariyeleri başka. Çünkü onlar (eşleri ve cariyeleri ile olan ilişkileri konusunda) kınanmazlar.
(29-30) Şunlar da (öyle): Karılarından, yahud sağ ellerinin mâlik olduklarından başkasına karşı utanacak yerlerini saklayanlar. Çünkü onlar (bunlar Hakkında) kınanmış değildirler.
Yalnız eşlerine ya da ellerinin altında bulunan cariyelere karşı korumazlar. Bundan ötürü de onlar kınanmazlar.
فَمَنِ ٱبۡتَغَىٰ وَرَآءَ ذَٰلِكَ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡعَادُونَ ٣١
Fakat ondan ötesini arayanlar, işte onlar haddi aşan hâşarılardır.
Kim de bundan ötesini ararsa; işte onlar, haddi aşanların kendileridir.
Kim bunun ötesini isterse, işte onlar sınırı aşan kimselerdir.
Fakat bundan ötesini arayan kişiler (yok mu?) işte onlar haddi çiğneyip aşanların ta kendileridir.
Ama kim bundan ötesini ararsa, onlar sınırı aşanlardır.
وَٱلَّذِينَ هُمۡ لِأَمَٰنَٰتِهِمۡ وَعَهۡدِهِمۡ رَٰعُونَ ٣٢
Ve onlarki emanetlerine ve ahdlerine riayet ederler.
Ve onlar ki; emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler.
Onlar, emanetlerini ve verdikleri sözü gözeten kimselerdir.
(Şunlar da müstesna:) Emânetlerine ve ahidlerine riaayet edenler.
Emanetlerini ve ahidlerini gözetirler.
وَٱلَّذِينَ هُم بِشَهَٰدَٰتِهِمۡ قَآئِمُونَ ٣٣
Ve onlarki şâhidliklerinde dürüstûrler.
Ve onlar ki; şahidliklerini gereği gibi yaparlar.
Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapan kimselerdir.
Sahiciliklerini (dosdoğru) yapanlar,
Şahidliklerini yaparlar.
وَٱلَّذِينَ هُمۡ عَلَىٰ صَلَاتِهِمۡ يُحَافِظُونَ ٣٤
Ve onlarki namazları üzerine muhafızlık ederler.
Ve onlar ki; namazlarını muhafaza ederler.
Onlar, namazlarını titizlikle koruyan kimselerdir.
Namazları (nın hakkını) muhaafaza edenler,
Namazlarını korurlar.
أُوْلَٰٓئِكَ فِي جَنَّٰتٖ مُّكۡرَمُونَ ٣٥
İşte onlar cennetlerde ikrâm olunanlardır.
İşte bunlar; cennetlerde ikram olunanlardır.
İşte onlar cennetlerde ikram göreceklerdir.
işte bunlar cennetlerde ikram olunanlardır.
İşte onlar cennetlerde ağırlanırlar.
فَمَالِ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ قِبَلَكَ مُهۡطِعِينَ ٣٦
Şimdi nevar o küfredenlere ki sana doğru boyunlarını uzatarak koşuyorlar.
O küfredenlere ne oluyor ki; gözlerini sana doğru dikip bakmaktadırlar.
(36-37) Şimdi, inkâr edenlere ne oluyor ki, boyunlarını uzatarak (alay etmek için) sağdan soldan gruplar hâlinde sana doğru koşuyorlar?
(36-37) Şimdi, o küfredenlere ne oluyor ki senin sağ (ın) dan, sol (un) dan halka halka hep gözlerini sana doğru dikib bakmakdadırlar.
O nankörlere ne oluyor ki sana doğru koşuyorlar
عَنِ ٱلۡيَمِينِ وَعَنِ ٱلشِّمَالِ عِزِينَ ٣٧
Sağdan ve soldan fırka fırka.
Sağdan ve soldan halka halka olarak.
(36-37) Şimdi, inkâr edenlere ne oluyor ki, boyunlarını uzatarak (alay etmek için) sağdan soldan gruplar hâlinde sana doğru koşuyorlar?
(36-37) Şimdi, o küfredenlere ne oluyor ki senin sağ (ın) dan, sol (un) dan halka halka hep gözlerini sana doğru dikib bakmakdadırlar.
Sağdan, soldan, ayrı ayrı gruplar halinde gelip etrafını sarıyorlar.
أَيَطۡمَعُ كُلُّ ٱمۡرِيٕٖ مِّنۡهُمۡ أَن يُدۡخَلَ جَنَّةَ نَعِيمٖ ٣٨
Onlardan her kişi naîm cennetine sokulacağını ümid mi ediyor?
Onlardan herkes Naim cennetine konulacağını mı umuyor?
Onlardan her biri Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor?
Onlardan herkes Naîm cennetine sokulacağını mı ümîd ediyor?
Onlardan her biri, nimet cennetine sokulacağını mı umuyor yoksa?
كـَلَّآۖ إِنَّا خَلَقۡنَٰهُم مِّمَّا يَعۡلَمُونَ ٣٩
Yağma yok, biz onları o bildikleri nesneden yarattık.
Hayır. Doğrusu Biz; onları, bilip durdukları şeyden yarattık.
Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden (meniden) yarattık.
Hayır (ne gezer)! Hakıykat biz onları (da) o bilib durdukları şeyden yaratdık.
Hayır! Öyle şey yok. Aldatıcı akıbetten kurtulamazlar onlar. Biz onları bildikleri şeyden yarattık.
فَلَآ أُقۡسِمُ بِرَبِّ ٱلۡمَشَٰرِقِ وَٱلۡمَغَٰرِبِ إِنَّا لَقَٰدِرُونَ ٤٠
Artık o müşriklerin, mağriblerin Rabb’i için yemîne ne hacet, şüphesizki biz elbette kadiriz.
Doğuların ve Batıların Rabbına yemin ederim ki, şüphesiz Biz; gücü yetenleriz.
(40-41) Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez.
(40-41) Yine hayır, (iş onların umdukları gibi değildir). Doğuların, batıların Rabbine andederim ki, şübhesiz biz onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmiye de elbette kaadiriz ve biz, önümüze geçilebilecekler (den) de değiliz.
Yoo, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki bizim gücümüz yeter.