بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
سَأَلَ سَآئِلُۢ بِعَذَابٖ وَاقِعٖ ١
İstedi bir sâil bir azâbı ki olacak.
İsteyen birisi, inecek azabı istedi.
(1-3) Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.
İsteyen biri inecek azâbı istedi.
Bir isteyen, inecek azabı istedi.
لِّلۡكَٰفِرِينَ لَيۡسَ لَهُۥ دَافِعٞ ٢
Kâfirler için yok onu defi edecek.
O; kafirler içindir ve onu engelleyecek yoktur.
(1-3) Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.
(O) kâfirlere mahsusdur ki onu (kendilerinden) hiçbir önleyecek (defedebilecek) yokdur.
Kafirlerin başına; ki onu savacak yoktur.
مِّنَ ٱللَّهِ ذِي ٱلۡمَعَارِجِ ٣
O, mi'racların sahibi Allah’dan.
Derecelere sahip, Allah katındandır.
(1-3) Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.
(O), derecelerin saahibi Allahdandır.
Yükselme derecelerinin sahibi Allah'tandır.
تَعۡرُجُ ٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ وَٱلرُّوحُ إِلَيۡهِ فِي يَوۡمٖ كَانَ مِقۡدَارُهُۥ خَمۡسِينَ أَلۡفَ سَنَةٖ ٤
Ki ona melâike ve Ruh uruc eder, bir günde ki mikdarı elli bin sene tutar.
Melekler de, ruh da miktarı ellibin yıl olan bir günde ona yükselip çıkarlar.
Melekler ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
Melekler de, Ruuh da oraya bir günde yükselib çıkar ki mesafesi (dünyâ seneleriyle) elli bin yıldır.
Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na yükselir.
فَٱصۡبِرۡ صَبۡرٗا جَمِيلًا ٥
O halde sabret biraz bir sabri cemîl ile.
Öyleyse Sen, güzel güzel sabret.
(Ey Muhammed!) Sen güzel bir şekilde sabret.
(Habîbim) sen (şimdilik) güzel bir sabr ile katlan.
Şimdi sen güzelce sabret.
إِنَّهُمۡ يَرَوۡنَهُۥ بَعِيدٗا ٦
Çünkü onlar onu uzak görürler.
Doğrusu onlar; bunu uzak görüyorlar.
Şüphesiz onlar o azabı uzak görüyorlar.
Filhakıyka onlar bunu (imkândan) uzak görürler,
Onlar onu uzak görüyorlar.
وَنَرَىٰهُ قَرِيبٗا ٧
Biz se onu yakın görürüz.
Biz ise; onu, yakın görmekteyiz.
Biz ise onu yakın görüyoruz.
Biz ise onu yakın görüyoruz.
Biz ise onu yakın görüyoruz.
يَوۡمَ تَكُونُ ٱلسَّمَآءُ كَٱلۡمُهۡلِ ٨
O gün ki olur Semâ erimiş bir maden gibi.
O gün gök, erimiş maden gibi olur.
(8-9) Göğün, erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.
O gün gök erimiş ma'den gibi olacak,
O gün gök, erimiş bakır gibi olur.
وَتَكُونُ ٱلۡجِبَالُ كَٱلۡعِهۡنِ ٩
Dağlar da atilmış elvan yun gibi.
Dağlar ise atılmış pamuk gibi.
(8-9) Göğün, erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.
dağlar yün gibi olacak,
Dağlar, atılmış renkli yün gibi olur.
وَلَا يَسۡـَٔلُ حَمِيمٌ حَمِيمٗا ١٠
Ve bir hısım bir hısıma halini sormaz.
Hiç bir yakın bir yakınını sormaz.
(O gün) hiçbir samimi dost, dostunu sormaz.
hiçbir hısım bir hısımı sormayacak.
Dost dostun halini sormaz.
يُبَصَّرُونَهُمۡۚ يَوَدُّ ٱلۡمُجۡرِمُ لَوۡ يَفۡتَدِي مِنۡ عَذَابِ يَوۡمِئِذِۭ بِبَنِيهِ ١١
Birbirlerine gösterilirlerken, mücrim isterki fidye verse O günün azâbından oğullarını.
Yalnız birbirine gösterilirler. Suçlu kişi; o günün azabından kurtulmak için oğullarını feda etmek ister.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.
Onlar birbirine (sâdece) gösterilirler. Günahkâr o günün azabından (kurtulmak için şunları) feda etmeği arzu eder: Oğullarını,
birbirlerine gösterirler. Suçlu ister ki o günün azabından kurtulmak için fidye versin: oğullarını,