بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَإِذۡ قَالَتۡ أُمَّةٞ مِّنۡهُمۡ لِمَ تَعِظُونَ قَوۡمًا ٱللَّهُ مُهۡلِكُهُمۡ أَوۡ مُعَذِّبُهُمۡ عَذَابٗا شَدِيدٗاۖ قَالُواْ مَعۡذِرَةً إِلَىٰ رَبِّكُمۡ وَلَعَلَّهُمۡ يَتَّقُونَ ١٦٤
Ve içlerinden bir ümmed niçin Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azâb ile tazib eyleyeceği bir kavme vaaz ediyorsunuz dediği vakit o vaızlar dediler ki: Rabbiniz’e itizar edebileceğimiz bir mazeret olmak için, bir de ne bilirsiniz belki Allah’tan korkar sakınırlar.
Hani, içlerinden bir topluluk demişti ki: Allah'ın kendilerini helak edeceği veya çetin bir azab ile cezalandıracağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz? Onlar da: Rabbınıza karşı mazeret olsun ve belki sakınırlar diye, demişlerdi.
Hani onlardan bir topluluk demişti ki: “Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da, “Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)” demişlerdi.
Hani içlerinden bir ümmet: «Allahın kendilerini (dünyâda) helak edeceği veya (âhiretde) çetin bir azâb ile cezalandıracağı bir kavme ne diye öğüd veriyorsunuz?» dediği zaman onlar (o va'z edenler) de: «Rabbinize özür (dilemiye yüzümüz olsun) için. Umulur ki sakınırlar» demişlerdi.
Hani o kasabalılardan bir grup «Allah'a yokedeceği ya da ağır bir azaba çarptıracağı bir topluma ne diye öğüt veriyorsunuz» dedi de öğüt verenler «Rabbinize karşı haklı bir mazeretimiz olsun ve ola ki kötülükten sakınırlar» dediler.
فَلَمَّا نَسُواْ مَا ذُكِّرُواْ بِهِۦٓ أَنجَيۡنَا ٱلَّذِينَ يَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلسُّوٓءِ وَأَخَذۡنَا ٱلَّذِينَ ظَلَمُواْ بِعَذَابِۭ بَـِٔيسِۭ بِمَا كَانُواْ يَفۡسُقُونَ ١٦٥
Vaktâki artık edilen nasihatleri unuttular, o kötülükten nehy edenleri necata çıkarıb o zulm edenleri yaptıkları fısıklar sebebiyle şiddetli bir azâba giriftar ettik.
Onlar, kendilerine verilen öğüdü unutunca; Biz, kötülükden men'edenleri kurtardık, zulmedenleri ise fasıklık eder oldukları için şiddetli bir azab ile yakaladık.
Onlar kendilerine hatırlatılanı unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık.
Vaktaki onlar artık edilen va'zları unutdular: Biz de kötülükden vaz geçirmekde sebat edenleri selâmete çıkardık. Zulmedenleri ise yapmakda oldukları Asıklar yüzünden şiddetli bir azâb ile yakaladık.
Onlar kendilerine yapılan hatırlatmaları unutunca kötülükten sakındıranları kurtardık ve zalimleri, yoldan çıkmışlıkları yüzünden ağır bir azaba uğrattık.
فَلَمَّا عَتَوۡاْ عَن مَّا نُهُواْ عَنۡهُ قُلۡنَا لَهُمۡ كُونُواْ قِرَدَةً خَٰسِـِٔينَ ١٦٦
Vaktâki artık o nehy edildikleri şeylerden dolayı kızıb tecavüz etmeğe de başladılar, biz de onlara maymun olun keratalar dedik.
Böylece onlar, serkeşlik ederek yasak edileni yapmakta ısrar edince; aşağılık maymunlar olun, dedik.
Yasaklandıkları şeylerden vazgeçmeye yanaşmayınca da onlara “aşağılık maymunlar olun” dedik.
Bu suretle onlar serkeşlik ederek yasak edileni yapmakda ısraar edince kendilerine: «Hor ve zelil maymunlar olun» dedik.
Sakındırıldıkları kötülüğü ısrarla ve küstahça işlemeye devam edince kendilerine «birer aşağılık maymun olunuz» dedik.
وَإِذۡ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبۡعَثَنَّ عَلَيۡهِمۡ إِلَىٰ يَوۡمِ ٱلۡقِيَٰمَةِ مَن يَسُومُهُمۡ سُوٓءَ ٱلۡعَذَابِۗ إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ ٱلۡعِقَابِ وَإِنَّهُۥ لَغَفُورٞ رَّحِيمٞ ١٦٧
Ve o vakit Rabbin şu ahd-i ilâm buyurdu: lâbüd kıyamet gününe kadar üzerlerine hep o kötü azâbı peyleyecek kimse gönderecek, şüphe yok ki Rabbin çok seri ikabli, yine şüphe yok ki O çok Gafur, çok Rahimdir.
Hani Rabbın; onları kıyamet gününe kadar azabın en kötüsüne uğratacak olanları, muhakkak göndereceğini ilan etmişti. Şüphesiz ki Rabbın; cezayı çabuk verendir. Ve muhakkak ki O; Gafur'dur, Rahim'dir.
Hani Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü tattıracak kimseleri göndereceğini bildirmişti. Şüphesiz Rabbin, elbette cezayı çabuk verendir. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
O vakit Rabbin (Habîbim) kıyaamet gününe kadar onların üzerine kendilerini en kötü azaba duçar edecek kimseler göndereceğini yeminle i'lâm (ve Hükm) etdi. Şübhe yok ki Rabbin cezayı çabuk verendir. Muhakkak ki O, çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir de.
Hani Rabbin açıkça bildirdi ki, işkencelerin en ağırını tattıracak zorbaları kıyamet gününe kadar yahudilerin başlarına musallat edecektir. Hiç kuşkusuz Rabbi çabuk cezalandırandır ve yine O, hiç kuşkusuz bağışlayıcı ve merhametlidir.
وَقَطَّعۡنَٰهُمۡ فِي ٱلۡأَرۡضِ أُمَمٗاۖ مِّنۡهُمُ ٱلصَّٰلِحُونَ وَمِنۡهُمۡ دُونَ ذَٰلِكَۖ وَبَلَوۡنَٰهُم بِٱلۡحَسَنَٰتِ وَٱلسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمۡ يَرۡجِعُونَ ١٦٨
Ve onları yer yüzünde bir çok ümmetlere parçaladık, içlerinden salihleri de vardı, beri benzerleri de. Ve onları kâh nimet ve kâh musibet ile imtihan da ettik ki rücu ederler.
Biz; onları, yeryüzünde cemaatlere ayırdık. İçlerinden kimisi salihlerdi, kimisi de onlardan aşağıdırlar. Belki dönerler diye onları güzellikler ve kötülüklerle denedik.
Biz onları yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır. İçlerinden öyle olmayanları da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları güzellikler ve kötülükler ile sınadık.
Onları — kimi salâh erbabı, kimi bu (salandan) aşağı ümmetler olmak üzere — perişan bir suretde yer yüzüne dağıtdık. Onları hem iyi, hem fena hallerle imtihaana çekdik ki (gözlerini açıb iyiliğe) dönsünler.
Biz yahudileri yeryüzünde çeşitli gruplara ayırdık. Kimileri iyi kimselerdir, kimileri öyle değildir. Ola ki doğru yola dönerler diye onları iyilikler ile ve kötülükler ile sınavdan geçirdik.
فَخَلَفَ مِنۢ بَعۡدِهِمۡ خَلۡفٞ وَرِثُواْ ٱلۡكِتَٰبَ يَأۡخُذُونَ عَرَضَ هَٰذَا ٱلۡأَدۡنَىٰ وَيَقُولُونَ سَيُغۡفَرُ لَنَا وَإِن يَأۡتِهِمۡ عَرَضٞ مِّثۡلُهُۥ يَأۡخُذُوهُۚ أَلَمۡ يُؤۡخَذۡ عَلَيۡهِم مِّيثَٰقُ ٱلۡكِتَٰبِ أَن لَّا يَقُولُواْ عَلَى ٱللَّهِ إِلَّا ٱلۡحَقَّ وَدَرَسُواْ مَا فِيهِۗ وَٱلدَّارُ ٱلۡأٓخِرَةُ خَيۡرٞ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَۚ أَفَلَا تَعۡقِلُونَ ١٦٩
Derken arkalarından bunlara bozuk bir güruh halef oldu ki kitâpı miras aldılar, şu alçak dünya arazını irtikâb ile alırlar da birde "bize mağfiret olunacak" derler * Mukabil taraftan da kendilerine öyle bir şey gelse onu da alırlar, ya Allah’a karşı haktan başka bir şey söylemiyeceklerine dâir kendilerinden kitâp mîsakı alınmadınmı idi? Ve onun içindekini ders edinip okumadılarmı? Halbuki Âhiret evi Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır, halâ akıllanmayacakmısınız?
Onlardan kötü kimseler gelip onların yerine geçmiş, kitaba varis olmuşlardı. Dünyanın geçici meta'ını alıyorlar ve: İleride affedileceğiz diyorlardı. Onlara buna benzer bir meta' gelse onu da alıyorlar. Onlardan; Allah'a karşı ancak hakkı söyleyeceklerine dair kitab üzerine ahd alınmamış mıydı? Ahiret yurdu, Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız?
Derken, onların ardından yerlerine Kitab’a (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın değersiz malını alır ve “(nasıl olsa) biz bağışlanacağız” derlerdi. Kendilerine benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınmamış mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor musunuz?
Onlardan sonra — (bir tarafdan) bu dünyânın geçici metâını kapıb: «Biz (nasıl olsa) ileride yarlığanırız» demek, (bir tarafdan) kendilerine ona benzer bir meta' gelirse onu da (kaçırmayıb) almak (da devam etmek) özere o kitaba vâris olan — kötü kimseler gelib onların yerine geçmişdir. Allaha İcardı hakdan başkasını söylemeyeceklerine dâir kendilerinden o kitabın (hükmü vech ile) te'minât alınmadı mıydı? Halbuki onda olanı durmayıp okumuşlardır da. Halbuki âhiret yurdu (öyle kötü hallerden) sakınanlar için (mahz-ı) hayırdır. Daha aklınızı başınıza almayacak mısınız?
Onlardan sonra gelen kötü bir nesil Kitab’a mirasçı oldu. “Biz nasıl olsa affedileceğiz” diyerek Kitab’ın hükümlerini değiştirme karşılığı bu değersiz dünyanın mallarını alırlar. Yine ona benzer geçici bir şey kendilerine gelince onu da alırlar. Onlardan, Allah’a karşı ancak gerçeği söyleyeceklerine dair Kitab üzerine ahd alınmamış mıydı? Kitab’da onları okumamışlar mıydı? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Daha aklınızı başınıza almayacak mısınız?
وَٱلَّذِينَ يُمَسِّكُونَ بِٱلۡكِتَٰبِ وَأَقَامُواْ ٱلصَّلَوٰةَ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجۡرَ ٱلۡمُصۡلِحِينَ ١٧٠
Kitâb’a sarılanlar ve namazı ikame etmekte bulunanlar ise o muhsinlerin ecrini biz hiç bir zaman zayi etmeyiz.
Onlar ki; kitaba sımsıkı sarılırlar ve namazı dosdoğru kılarlar. Elbette Biz, ıslah edenlerin mükafatını zayi' etmeyiz.
Kitab’a sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin mükâfatını zayi etmeyiz.
Bir de (âhiret yurdu) kitaba sımsıkı sarılanlar ve namaz; dosdoğru kılanlar (için mahz-ı hayırdır). Şübhesiz ki biz iyiliğe çalışanların mükâfatını zayi' etmeyiz.
Onlar ki, Kitab'a sımsıkı sarılırlar ve namazı kılarlar! Hiç kuşkusuz biz iyi amel işleyenlerin mükâfatını kayba uğratmaksızın tam olarak veririz.
۞ وَإِذۡ نَتَقۡنَا ٱلۡجَبَلَ فَوۡقَهُمۡ كَأَنَّهُۥ ظُلَّةٞ وَظَنُّوٓاْ أَنَّهُۥ وَاقِعُۢ بِهِمۡ خُذُواْ مَآ ءَاتَيۡنَٰكُم بِقُوَّةٖ وَٱذۡكُرُواْ مَا فِيهِ لَعَلَّكُمۡ تَتَّقُونَ ١٧١
Hem bir vakit biz o dağı bir gölgelik gibi tepelerine çekmiştik de kendilerine düşüyor zannettikleri bir halde demiştik ki size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan çıkarmayın gerektir ki korunursunuz.
Hani, Biz dağı üzerlerine gölgelik gibi kaldırmıştık da, onlar tepelerine düşecek sanmışlardı. Size verdiğimizi kuvvetle tutun. Ve onda olanı düşünün ki; sakınasınız.
Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. (Onlara:) “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız” demiştik.
Biz bir zaman dağı, sanki o bir gölgelik imiş gibi, çekib (İsrâîl oğullarının) üstlerine kaldırmışdık. Onlar hakıykaten bu, kendilerine düşecek sanmışlardı. (İşte o vakit): «Size verdiğimiz (kitâb) ı kuvvetle (ciddiyetle, azm ile) tutun. Onda olanı düşünün. Tâki (kötülükden) sakınmış olasınız» (demişdik).
Hani o dağı (Tur Dağı'nı) başları üzerine çıkarmıştık, onlar dağın üzerlerine düşeceğini sanmışlardı. Bu durumda kendilerine «Size verdiğimiz Kitab'a sımsıkı sarılınız ve içindeki mesajları sürekli aklınızda tutunuz.
وَإِذۡ أَخَذَ رَبُّكَ مِنۢ بَنِيٓ ءَادَمَ مِن ظُهُورِهِمۡ ذُرِّيَّتَهُمۡ وَأَشۡهَدَهُمۡ عَلَىٰٓ أَنفُسِهِمۡ أَلَسۡتُ بِرَبِّكُمۡۖ قَالُواْ بَلَىٰ شَهِدۡنَآۚ أَن تَقُولُواْ يَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِ إِنَّا كُنَّا عَنۡ هَٰذَا غَٰفِلِينَ ١٧٢
Hem Rabbin: Ben-i Âdem’den, bellerinden zürriyyetlerini alıp da onları nefislerine karşı şâhid tutarak "Rabbiniz değilmiyim" diye işhad ettiği vakit, "pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz" dediler: şâhidiz, Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz.
Hani Rabbın; ademoğullarının sülbünden soyunu çıkarmış ve kendilerini nefislerine şahid tutmuş. Ben, sizin Rabbınız değil miyim? demişti. Onlar da demişlerdiki: Evet, biz buna şahidiz. Kıyamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu, demeyesiniz.
Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
Hani Rabbin Âdem oğullarından, onların sırtlarından zürriyyetlerini çıkarıb kendilerini nefslerine şâhid tutmuş, «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (demişdi). Onlar da: «Evet, (Rabbimizsin), şâhid olduk» demişlerdi. (İşte bu şâhidlendirme) kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yokdu» dememeniz içindi.
Hani Rabbin, Ademoğulları'ndan onların bellerinden soylarını dışarı aldı ve Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diyerek kendilerini birbirine şahit tutmuştu da onlar da «Evet şahidiz» demişlerdi. Allah kıyamet günü şöyle diyemeyesiniz diye bunu böyle yaptı; «bizim bundan haberimiz yoktu.»
أَوۡ تَقُولُوٓاْ إِنَّمَآ أَشۡرَكَ ءَابَآؤُنَا مِن قَبۡلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةٗ مِّنۢ بَعۡدِهِمۡۖ أَفَتُهۡلِكُنَا بِمَا فَعَلَ ٱلۡمُبۡطِلُونَ ١٧٣
Yâhud: ancak önceden atalarımız şirk koştular, biz ise onlardan sonra bir zürriyyet idik, şimdi o batılı tesis edenlerin yaptıklarıyle bizi helâkmi edeceksin? demeyesiniz.
Veya daha önce sadece atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onların ardından gelen bir nesiliz, bizi batıl işleyenlerin yaptıkları yüzünden helak eder misin? demeyesiniz.
Yahut, “Bizden önce babalarımız Allah’a ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi batılcıların işlediği yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” dememeniz içindir.
Yahud «Daha evvel ancak atalarımız (Allaha) şirk koşmuşdu. Biz de onların ardından (gelen) bir nesliz Şimdi o baatılı kuranların işlediği (günâhlar) yüzünden bizi helak mı edeceksin?» dememeniz içindi.
'Ya da şöyle diyemeyesiniz diye; «Vaktiyle atalarımız müşrik olmuşlardı, biz onlardan sonra gelen kuşaklardık, bizi eğri yola sapanların yaptıklarından dolayı mı mahvedeceksin?»
وَكَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ ٱلۡأٓيَٰتِ وَلَعَلَّهُمۡ يَرۡجِعُونَ ١٧٤
Ve işte biz âyetleri böyle tafsil ediyoruz ve gerektir ki rücu' etsinler.
İşte Biz ayetleri böyle uzun uzadıya açıklarız. Belki dönerler diye.
Hakka dönsünler diye işte âyetleri böylece ayrı ayrı açıklıyoruz.
İşte biz âyetleri böyle açıklarız. Olur ki (küfürlerinden) dönerler.
İşte ayetlerimizi böyle ayrıntılı biçimde anlatıyoruz, ola ki, doğru yola dönerler.