بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
قَالَ إِن كُنتَ جِئْتَ بِـَٔايَةٍ فَأْتِ بِهَآ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ١٠٦
Eğer, dedi: Bir âyet ile geldinse getir onu bakalım sadıklardan isen.
Dedi ki: Şayet sen, bir ayet getirdinse; göster onu, eğer sadıklardan isen.
Firavun, “Eğer açık bir delil getirdiysen haydi göster onu bakalım, şayet doğru söyleyenlerden isen” dedi.
(Fir'avn şöyle) dedi: «Eğer sen bir âyet (mu'cize) getirdiysen göster onu, eğer sadıklardan isen».
Firavun: Eğer doğru söylüyorsan ve getirdiğin bir mucize varsa onu göster bakalım, dedi.
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ ١٠٧
Bunun üzerine asasını bırakıverdi, ne baksın o koskoca bir ejderha kesiliverdi.
Bunun üzerine asasını bıraktı. Bir de ne görsünler; o, apaçık bir ejderhadır.
Bunun üzerine Mûsâ, asasını yere attı. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha.
Bunun üzerine (Musa) asasını bırakdı, bir de ne görsünler: O, apaçık bir ejderhâdır.
bunun üzerine Musa, elindeki değneği yere attı, değnek o anda sahici bir yılan oluverdi.
وَنَزَعَ يَدَهُۥ فَإِذَا هِىَ بَيْضَآءُ لِلنَّٰظِرِينَ ١٠٨
Ve elini sıyırdı çıkardı, ne baksın o bakanlara bembeyaz parlıyor.
Elini çıkardı, ne görsün; o da bakanlara bembeyaz.
Elini (koynundan) çıkardı. Bir de ne görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş.
Elini çıkardı. Ne görsünler: O da temâşâ edenlere (ışıklar saçan) bembeyaz (bir el).
Ve elini yeninin altından çıkardı, bakanlar onun ak bir parıltı saçtığını gördüler.
قَالَ ٱلْمَلَأُ مِن قَوْمِ فِرْعَوْنَ إِنَّ هَٰذَا لَسَٰحِرٌ عَلِيمٌ ١٠٩
Firavun’un kavminden o cemiyyet, bu, dedi: şüphesiz çok bilgiç bir sihirbaz.
Firavun'un kavminden ileri gelenler: Doğrusu bu, bilgin bir sihirbazdır, dediler.
Firavun’un kavminden ileri gelenler, dediler ki: “Şüphesiz bu adam usta bir sihirbazdır.”
(109-110) Fir'avnın kavminden ileri gelenler dedi ki: «Bu sizi yurdunuzdan çıkarmak isteyen bilgin bir büyücüdür muhakkak». (Fir'avn sordu:) «O halde ne buyurursunuz»?
Firavun'un ileri gelen soydaşları dediler ki, Bu adam bilgili bir büyücüdür.»
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُمْۖ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ ١١٠
Sizi yerinizden çıkarmak istiyor, binaenaleyh ne emr edersiniz?
Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Firavun: O halde ne buyurursunuz?
“Sizi yerinizden çıkarmak istiyor.” Firavun, ileri gelenlere, “Öyle ise siz ne düşünüyorsunuz?” dedi.
(109-110) Fir'avnın kavminden ileri gelenler dedi ki: «Bu sizi yurdunuzdan çıkarmak isteyen bilgin bir büyücüdür muhakkak». (Fir'avn sordu:) «O halde ne buyurursunuz»?
Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Peki ne buyurursunuz?
قَالُوٓاْ أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَأَرْسِلْ فِى ٱلْمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ ١١١
Onu ve kardeşini dediler: eğle, ve şehirlere toplayıcılar yolla.
Dediler ki: Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere toplayıcılar yolla.
Onlar şöyle dediler: “Mûsâ’yı ve kardeşini (bir süre) beklet (haklarında bir işlem yapma) ve şehirlere toplayıcılar yolla.”
(111-112) Dediler ki: «Onunla kardeşini alıkoy, şehirlere toplayıcılar yolla da bilgiç sihirbaz (lar) in hepsini getirsinler sana».
Onu kardeşi ile birlikte oyala ve bütün kentlere adam toplayacak elçiler gönder.
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَٰحِرٍ عَلِيمٍ ١١٢
Mâhir sihirbazların hepsini sana getirsinler.
Bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler.
“Bütün usta sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler.”
(111-112) Dediler ki: «Onunla kardeşini alıkoy, şehirlere toplayıcılar yolla da bilgiç sihirbaz (lar) in hepsini getirsinler sana».
Bütün bilgili büyücüleri sana getirsinler.
وَجَآءَ ٱلسَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُوٓاْ إِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ ٱلْغَٰلِبِينَ ١١٣
Bütün sihirbazlar da Firavuna geldiler, elbette, dediler: Galib gelenler biz olursak bize mükâfat şüphesiz ya?
Sihirbazlar Firavun'a geldi ve dediler ki: Eğer galibler biz olursak; şüphesiz bize bir mükafat var, değil mi?
Sihirbazlar Firavun’a geldiler. “Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat vardır, değil mi?” dediler.
Sihirbazlar Fir'avna geldi. Dediler ki: «Eğer galebeyi kazananlar biz olursak elbet bize bir mükâfat var, değil mi»?
Firavun'un büyücüleri geldiler. «Eğer biz yenecek olursak, bize bir ödül verilecek, değil mi?» dediler.
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ لَمِنَ ٱلْمُقَرَّبِينَ ١١٤
Evet, dedi: Hem o vakit siz elbette gözdelerdensiniz.
Evet, hem siz muhakkak gözdeler olacaksınız, dedi.
Firavun, “Evet. Üstelik siz (ücretle de kalmayacaksınız) mutlaka benim en yakınlarımdan olacaksınız” dedi.
(Fir'avn): «Var ya, dedi, hem siz (benim) en yakınlar (ım) dan da olacaksınız muhakkak».
Firavun: «Evet, yakın adamlarım arasına gireceksiniz» dedi.
قَالُواْ يَٰمُوسَىٰٓ إِمَّآ أَن تُلْقِىَ وَإِمَّآ أَن نَّكُونَ نَحْنُ ٱلْمُلْقِينَ ١١٥
Yâ Musâ! dediler: Sen mi hünerini ortaya atacaksın, yoksa atanlar biz mi olacağız?
Dediler ki: Ey Musa, sen mi atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım?
(Sihirbazlar), “Ey Mûsâ! Ya önce sen at, ya da önce atanlar biz olalım” dediler.
(Sihirbazlar) dediler: «Musa, sen mi (ilkin hünerini ortaya) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım»?
Büyücüler: Ya Musa, önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın, yoksa biz mi önce hünerimizi ortaya atalım» dediler.
قَالَ أَلْقُواْۖ فَلَمَّآ أَلْقَوْاْ سَحَرُوٓاْ أَعْيُنَ ٱلنَّاسِ وَٱسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَآءُو بِسِحْرٍ عَظِيمٍ ١١٦
Siz atın, dedi, vaktaki atacaklarını attılar, Nasın gözlerini büyülediler ve onları dehşete düşürdüler, hasılı büyük bir sihir gösterdiler.
Siz atın, dedi. Atınca; halkın gözlerini büyülediler, onlara korku saldılar ve büyük bir sihir getirmiş oldular.
(Mûsâ), “Siz atın” dedi. Bunun üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar.
(Musa): «Siz atın» dedi. Vaktaki atdılar, halkın gözlerini büyülediler, onlara korku saldılar, büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular.
Musa, 'Önce siz atın' dedi. Büyücüler hünerlerini ortaya atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları ürküttüler ve müthiş bir büyü gösterisi gerçekleştirdiler.