بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَيَوۡمَئِذٖ وَقَعَتِ ٱلۡوَاقِعَةُ ١٥
İşte o gün o vâkıa vukua gelmiştir.
İşte o gün; olan olmuştur.
(13-15) Sûr’a bir defa üfürülünce, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine bir çarptırılınca, işte o gün olacak olmuş (kıyamet kopmuş)tur.
İşte o zaman olan olmuş (kıyamet kopmuş) dur.
İşte o vak'a olmuştur.
وَٱنشَقَّتِ ٱلسَّمَآءُ فَهِيَ يَوۡمَئِذٖ وَاهِيَةٞ ١٦
Ve Semâ yarilmış o da o gün sarkmıştır.
Gök de yarılmış ve o gün bitkin bir hale gelmiştir.
Gök de yarılmış ve artık o gün o da çökmeye yüz tutmuştur.
Gök de yarılmış ve artık o, o gün za'fa düşmüşdür.
Gök yarılmış, o gün o; zayıflamış sarkmıştır.
وَٱلۡمَلَكُ عَلَىٰٓ أَرۡجَآئِهَاۚ وَيَحۡمِلُ عَرۡشَ رَبِّكَ فَوۡقَهُمۡ يَوۡمَئِذٖ ثَمَٰنِيَةٞ ١٧
Öyle ki melekler, kenarları üzerindedir ve üstlerinde o gün Rabbi’nin Arş’ını sekiz hâmil olur.
Melekler ise onun çevresindedirler. Ve o gün; Rabbının Arş'ını, onların da üstünde sekiz tanesi yüklenir.
Melekler onun kıyılarındadır. O gün Rabbinin Arş’ını, bunların da üstünde sekiz taşıyıcı taşır.
Melek (ler) ise onun bucaklarındadır. O gün Rabbinin arşını (bucaklardakilerin) üstlerinde bulunan sekiz (melek) yüklenir.
Melekler de onun kenarlarındadır. O gün Rabblerinin tahtını, bunların da üstünde sekiz (melek) taşır.
يَوۡمَئِذٖ تُعۡرَضُونَ لَا تَخۡفَىٰ مِنكُمۡ خَافِيَةٞ ١٨
O gün arz olunursunuz, öyle ki gizli bir haliniz kalmaz.
O gün; siz, huzura alınırsınız. Ve hiç bir şeyiniz gizli kalmaz.
O gün (hesap için Allah’a) arz olunursunuz. Hiçbir sırrınız gizli kalmaz.
O gün (huzuura) arz olunacaksınız, (öyle ki) size âid hiçbir sır gizli kalmayacak.
O gün hesap için huzura alınırsınız. Hiçbir sırrınız gizli kalmaz.
فَأَمَّا مَنۡ أُوتِيَ كِتَٰبَهُۥ بِيَمِينِهِۦ فَيَقُولُ هَآؤُمُ ٱقۡرَءُواْ كِتَٰبِيَهۡ ١٩
İşte o vakit kitabına sağıyle erdirilmiş olan kimse der ki: ha alın okuyun kitabımı.
Kitabı sağından verilmiş olan der ki: Alın, işte okuyun kitabımı.
İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!”
Artık kitabı sağ eline verilmiş olan kişiye gelince, der ki: «Alın, okuyun kitabımı».
Kitabı sağından verilen: «Alın kitabımı okuyun,
إِنِّي ظَنَنتُ أَنِّي مُلَٰقٍ حِسَابِيَهۡ ٢٠
Çünkü ben sezmiştim ki ben kavuşacağım hesabıma.
Doğrusu ben, bir hesablaşma ile karşılaşacağımı sanıyordum.
“Çünkü ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.”
«Çünkü ben hakıykaten hisâbıma kavuşacağımı (kuvvetle) zannetmişdim».
Ben hesabımın inceleneceğini sezmiştim» der.
فَهُوَ فِي عِيشَةٖ رَّاضِيَةٖ ٢١
Artık o, hoşnud bir hayatta.
İşte o, hoş bir hayat içindedir.
Artık o, hoşnut bir hayat içindedir.
İşte o, hoşnud bir hayât içindedir,
Artık o memnun edici bir hayat içindedir.
فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٖ ٢٢
Yüksek bir cennettedir.
Yüksek bir cennette,
Yüksek bir cennettedir.
yüksek bir cennetde.
Yüksek bir bahçede ki,
قُطُوفُهَا دَانِيَةٞ ٢٣
Devşirimleri yakında.
Ki, meyveleri sarkmıştır.
Onun meyveleri sarkar (kolaylıkla devşirilebilir).
(O cennetin) çabucak devşirilecek (meyve) leri (her durumda erilebilir derecede) yakındır.
Meyvelerin devşirilmesi kolaydır.
كُلُواْ وَٱشۡرَبُواْ هَنِيٓـَٔۢا بِمَآ أَسۡلَفۡتُمۡ فِي ٱلۡأَيَّامِ ٱلۡخَالِيَةِ ٢٤
Yeyin için afiyet olsun, takdim ettiklerinize mukabil geçmiş günlerde.
Geçmiş günlerde peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle yeyin, için.
(Onlara şöyle denir:) “Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.
«(Dünyâda) geçmiş günlerde takdim etdiğiniz (iyi amellerin karşılığı olarak afiyetle yeyin, için».
Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin için.
وَأَمَّا مَنۡ أُوتِيَ كِتَٰبَهُۥ بِشِمَالِهِۦ فَيَقُولُ يَٰلَيۡتَنِي لَمۡ أُوتَ كِتَٰبِيَهۡ ٢٥
Amma kitabına soliyle erdirilmiş olan da der ki: eyvah keşke erdirilmese idim kitabıma.
Kitabı solundan verilmiş olana gelince; der ki: Keşki kitabım bana verilmeseydi.
Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.”
Kitabı sol eline verilmiş olan kişiye gelince, o da der ki, «Ah keşki benim kitabım verilmeseydi».
Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: «Keşke bana kitabım verilmeseydi,