بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

فَلَا تُطِعِ ٱلْمُكَذِّبِينَ ﴿٨

O hâlde yalanlayanlara boyun eğme.

— Diyanet İşleri

وَدُّواْ لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ ﴿٩

İstediler ki, yumuşak davranasın, böylece onlar da yumuşak davransınlar.

— Diyanet İşleri

وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَّهِينٍ ﴿١٠

(10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

— Diyanet İşleri

هَمَّازٍ مَّشَّآءٍۭ بِنَمِيمٍ ﴿١١

(10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

— Diyanet İşleri

مَّنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ ﴿١٢

(10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

— Diyanet İşleri

عُتُلٍّۭ بَعْدَ ذَٰلِكَ زَنِيمٍ ﴿١٣

(10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

— Diyanet İşleri

أَن كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنِينَ ﴿١٤

(10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

— Diyanet İşleri

إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ ءَايَٰتُنَا قَالَ أَسَٰطِيرُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿١٥

Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der.

— Diyanet İşleri

سَنَسِمُهُۥ عَلَى ٱلْخُرْطُومِ ﴿١٦

Yakında biz onun burnunu damgalayacağız.

— Diyanet İşleri

إِنَّا بَلَوْنَٰهُمْ كَمَا بَلَوْنَآ أَصْحَٰبَ ٱلْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُواْ لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ ﴿١٧

Şüphesiz biz, vaktiyle “bahçe sahipleri”ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkârcılara) da belâ verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.

— Diyanet İşleri

وَلَا يَسْتَثْنُونَ ﴿١٨

(Bunu tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (“İnşaallah” demiyorlardı.)

— Diyanet İşleri

AYARLAR