بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
أَمۡ لَكُمۡ أَيۡمَٰنٌ عَلَيۡنَا بَٰلِغَةٌ إِلَىٰ يَوۡمِ ٱلۡقِيَٰمَةِ إِنَّ لَكُمۡ لَمَا تَحۡكُمُونَ ٣٩
Yoksa size karşı üzerimizde kıyamet gününe kadar sürecek yemînler, teahhüdler mi var, siz her ne hukm ederseniz her halde öyle olacak diye?
Yoksa kıyamet gününe kadar sürüp gidecek ahidler mi var aleyhimizde? Muhakkak ki hükmettikleriniz sizin olacaktır.
Yahut bizden, her ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair Kıyamete kadar sürecek kesin sözler mi aldınız?
Yahud üzerimizde, sizin lehinize kıyamet gününe kadar (sürecek) yeminler (imiz, teahhüdlerimiz) mi vardır ki (nefisleriniz için) ne hukûm ederseniz, mutlaka sizindir?!
Yoksa «İstediğiniz gibi hükmedebilirsiniz» diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?
سَلۡهُمۡ أَيُّهُم بِذَٰلِكَ زَعِيمٌ ٤٠
Sor bakalım onlara içlerinde ona kefîl hangisi?
Sor onlara; hangisi bunu üzerine alacak?
Sor onlara: “Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir?”
(Habîbim) sor kendilerine: Onlardan hangisi bunun avukatı olacak?
Sor onlara: Bu iddiayı onların hangisi savunacak?
أَمۡ لَهُمۡ شُرَكَآءُ فَلۡيَأۡتُواْ بِشُرَكَآئِهِمۡ إِن كَانُواْ صَٰدِقِينَ ٤١
Yoksa onların şerikleri mi var? O halde şeriklerini getirsinler, sadık iseler.
Yoksa onların ortakları mı var? Öyleyse ortaklarını da getirsinler. Eğer sadıklardan iseler.
Yoksa onların ortakları mı var? Doğru söyleyenler iseler, haydi getirsinler ortaklarını!
Yoksa ortakları da mı var onların? Öyleyse o ortaklarını da getirsinler, (iddialarında) doğrucu (adam) lar iseler.
Yoksa kendilerinin ortakları mı var? Doğru iseler ortaklarını çağırsınlar.
يَوۡمَ يُكۡشَفُ عَن سَاقٖ وَيُدۡعَوۡنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ فَلَا يَسۡتَطِيعُونَ ٤٢
O gün ki saktan bir keşf olunur ve secdeye davet edilirler o vakit gücleri yetmez.
O gün; baldırlar açılır ve secdeye çağrılırlar. Ama buna güç yetiremezler.
(42-43) Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.
(Hatırla ki o gün) baldır (lar) ın açılacağı, kendilerinin secdeye da'vet edilecekleri bir gündür. Fakat (buna) güc yetiremeyeceklerdir.
O gün işin dehşetinden baldırlar açılır; ve secdeye davet edilecekleri gün secde edemezler.
خَٰشِعَةً أَبۡصَٰرُهُمۡ تَرۡهَقُهُمۡ ذِلَّةٞۖ وَقَدۡ كَانُواْ يُدۡعَوۡنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ وَهُمۡ سَٰلِمُونَ ٤٣
Gözleri düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur, halbuki o secdeye onlar sağ sâlim iken davet olunuyorlardı.
Gözleri dönmüş olarak, yğzlerini zillet bürür. Halbuki kendileri sapa* sağlam oldukları vakit secdeye çağırılmışlardı.
(42-43) Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.
(Evet, secdeye da'vet edilecekler) gözleri düşük, kendilerini bir zillet sarmış olarak. Halbuki onlar bu secdeye (dünyâda) herşeyden salim ve sapasağlam iken da'vet ediliyorlardı.
Gözleri dönmüş olarak yüzlerini zillet kaplar. Onlar sağlam iken de secdeye davet edildiler fakat secde etmezlerdi.
فَذَرۡنِي وَمَن يُكَذِّبُ بِهَٰذَا ٱلۡحَدِيثِۖ سَنَسۡتَدۡرِجُهُم مِّنۡ حَيۡثُ لَا يَعۡلَمُونَ ٤٤
O halde bana bırak bu sözü tekzib edenleri, biz onları istidrac ile çıkarır, bilemeyecekleri cihetten yuvarlarız.
Bu sözü yalanlayanları Bana bırak. Biz; onları, kendilerinin bilmeyecekleri bir yönden derece derece azaba yaklaştıracağız.
(Ey Muhammed!) Bu sözü (Kur’an’ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak. Biz onları bilemeyecekleri biçimde adım adım helâka yaklaştıracağız.
Artık bu sözü yalan sayanları bana bırak. Biz onları, kendilerinin bilmeyecekleri bir cihetden, derece derece azaba yaklaşdırıyoruz.
Bu sözü yalanlayanı bana bırak; onları bilmedikleri yerden derece derece azaba yaklaştıracağız.
وَأُمۡلِي لَهُمۡۚ إِنَّ كَيۡدِي مَتِينٌ ٤٥
Ve ben onların ipini uzatırım, çünkü fendim sağlamdır.
Ben; onlara mühlet veriyorum. Benim tuzağım muhakkak sağlamdır.
Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.
Ben onlara mühlet (zaman) veriyorum. Şübhe yok ki benim fendim sağlamdır!
Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım sağlamdır.
أَمۡ تَسۡـَٔلُهُمۡ أَجۡرٗا فَهُم مِّن مَّغۡرَمٖ مُّثۡقَلُونَ ٤٦
Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da mı cereme vermekten ezilmişler?
Yoksa sen, onlardan bir ücret istiyorsun da ağır bir borç altında mı kalmışlardır?
Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir borç yükü altına mı girmişlerdir?
Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da onlar (sana ödeyecekleri) bir borcdan dolayı ağır yük altında mı bırakılmışlardır.
Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır borç altında mı kalıyorlar?
أَمۡ عِندَهُمُ ٱلۡغَيۡبُ فَهُمۡ يَكۡتُبُونَ ٤٧
Yoksa gayb yanlarında da onlar mı yazıyorlar?
Yoksa gayb kendilerinin katında mıdır da ondan yazıyorlar?
Yahut gayb (Levh-i Mahfuz) kendi yanlarında da onlar mı (bundan aktarıp) yazıyorlar?
Yahud gayb, yanlarındadır da onlar (bunu ondan) mı yazıyorlar?
Yoksa gaybın bilgisi kendi yanlarında da onlar mı istedikleri gibi yazıyorlar?
فَٱصۡبِرۡ لِحُكۡمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ ٱلۡحُوتِ إِذۡ نَادَىٰ وَهُوَ مَكۡظُومٞ ٤٨
O halde sabret Rabbi’nin hukmüne de sahibi hut gibi olma, hani öfkeye boğulmuş da nida etmişti.
Sen; Rabbının hükmüne sabret ve balık sahibi gibi olma. Hani o; gamla dolu olarak, Rabbına seslenmişti.
Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı.
(Habîbim) sen (şimdilik) Rabbinin hükmüne (intizaaren) sabret. O balık saahibi gibi olma. Hatırla ki o, gamla dolu olarak (Rabbine) düâ etmişdi.
Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi Yunus gibi olma, o pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti.
لَّوۡلَآ أَن تَدَٰرَكَهُۥ نِعۡمَةٞ مِّن رَّبِّهِۦ لَنُبِذَ بِٱلۡعَرَآءِ وَهُوَ مَذۡمُومٞ ٤٩
Rabb’inden bir nimet yetişmiş olmasa idi ona, elbette o fazaya fena bir halde atılacaktı.
Rabbının katında ona bir nimet erişmiş olmasaydı; mutlaka o, kınanmış olarak çıplak bir yere atılacaktı.
Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız bir yere atılacaktı.
Eğer Rabbinden ona bir ni'met erişmiş olmasaydı o, mutlakaa çırıl çıplak (çıkarıldığı) o yere kınanmış bir halde atılacakdı .
Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka çırıl çıplak, kınanacak bir halde bir yere atılırdı.