بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
عُتُلِّۭ بَعۡدَ ذَٰلِكَ زَنِيمٍ ١٣
Zobu, sonrada dakma (zenîm).
Kaba, haşin ve bunlardan başka da kulağı kesik olana,
(10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
(10-11-12-13) (Doğruya da, eğriye de) alabildiğine yemîn eden, izzet-i nefsi bulunmayan, (ötekini berikini) dâima ayıblayan, (gammazlıkla) lâf getirib götürmiye koşan, (insanları) hayırdan durmayıb men'eyleyen aşırı zaalim, çok günahkâr, kaba, haşin, bütün bunlardan başka da kulağı kesik (damgalı soysuz) olan her kişiyi tanıma (onlara boyun eğme)!
Kaba, sonra da soysuz, alçak.
أَن كَانَ ذَا مَالٖ وَبَنِينَ ١٤
Mal sahibi olmuş ve oğulları var diye.
Mal ve oğullar sahibi olmuş diye.
(10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
(Öylesini tanıma) mal ve oğullar saahibi olmuş diye.
Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (yolunu şaşırmış)
إِذَا تُتۡلَىٰ عَلَيۡهِ ءَايَٰتُنَا قَالَ أَسَٰطِيرُ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٥
Karşısında âyetlerimiz okunurken "eskilerin masalları" dedi.
Ayetlerimiz ona okunduğu zaman; öncekilerin masalları, der.
Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der.
Karşısında âyetlerimiz okunduğu zaman o, «Evvelkilerin masalları» demişdir.
Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: «Eskilerin masalları» dedi.
سَنَسِمُهُۥ عَلَى ٱلۡخُرۡطُومِ ١٦
Haberiniz olsun ki biz onlara belâ vermişizdir.
Biz, onun burnunu yakında yere sürteceğiz.
Yakında biz onun burnunu damgalayacağız.
Biz yakında onun hortumunun üstüne damga basacağız!
Biz yakında onun burnuna damga vuracağız.
إِنَّا بَلَوۡنَٰهُمۡ كَمَا بَلَوۡنَآ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ إِذۡ أَقۡسَمُواْ لَيَصۡرِمُنَّهَا مُصۡبِحِينَ ١٧
O bağ sahiblerini belâlandırdığımız gibi; o sıra ki yemin etmişlerdi: sabah olunca onu mutlaka divşireceklerdi.
Biz; vaktiyle o bahçe sahiplerini denediğimiz gibi bunları da denedik. Hani sabah olunca; onu mutlaka devşireceklerine ve biçeceklerine yemin etmişlerdi.
Şüphesiz biz, vaktiyle “bahçe sahipleri”ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkârcılara) da belâ verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.
Biz, o bağçe saahiblerini nasıl belâya uğratdiysek muhakkak bunları da belâlandırdık. Hani (bağçe saahibleri) sabah olunca onu mutlakaa devşireceklerine, biçeceklerine yemîn etmişlerdi.
Biz, vakti ile «bahçe sahiplerini» sınadığımız gibi, onları da sınadık. Hani onlar (bahçe sahipleri) sabah olurken kimse görmeden onun mahsullerini toplayacaklarına yemin etmişlerdi.
وَلَا يَسۡتَثۡنُونَ ١٨
Bir istisna da yapmıyorlardı.
Bir istisna da yapmıyorlardı.
(Bunu tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (“İnşaallah” demiyorlardı.)
(Bu babda) istisna da yapmıyorlardı.
Onlar istisna da etmiyorlardı.
فَطَافَ عَلَيۡهَا طَآئِفٞ مِّن رَّبِّكَ وَهُمۡ نَآئِمُونَ ١٩
Derken ona Rabbından bir dolaşan dolaşıvermişti onlar uyuyorlardı.
Ama onlar, daha uykuda iken; Rabbının katından gönderilen bir salgın onu sardı da,
Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.
Halbuki onlar uyurlarken hemen Rabbinden (gönderilen) dolaşıcı bir belâ onu sardı da.
Ancak onlar uyurken Rabbin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de.
فَأَصۡبَحَتۡ كَٱلصَّرِيمِ ٢٠
Sabaha kadar o bağ sırıma dönüvermişti.
O, kupkuru kesildi.
Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü.
(O bağçe) simsiyah kesiliverdi.
Bahçe simsiyah olmuştu.
فَتَنَادَوۡاْ مُصۡبِحِينَ ٢١
Derken sabaha yakın birbirlerine seslendiler.
Sabah erken birbirlerine seslendiler;
(21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.
İşte sabaha karşı birbirlerini çağırdılar.
Sabahleyin birbirlerine seslendiler.
أَنِ ٱغۡدُواْ عَلَىٰ حَرۡثِكُمۡ إِن كُنتُمۡ صَٰرِمِينَ ٢٢
Haydin kesecekseniz harsinize (kültürünüze) erkence koşun dediler.
Mahsullerinizi devşirecekseniz erkence çıkın, diye.
(21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.
«Devşirecekseniz erkence mahsulünüzü (devşirmiye) çıkın» diye.
Haydi ürünleri toplayacaksanız erkenden ekininize gidin diye.
فَٱنطَلَقُواْ وَهُمۡ يَتَخَٰفَتُونَ ٢٣
Hemen fırladılar, şöyle mızırdaşıyorlardı:
Ve gizli gizli konuşarak yürüyorlardı.
(23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.
Derken onlar aralarında fısıldaşarak gitdiler:
Derken yürüdüler ve şöyle fısıldaşıyorlardı: