بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَذَرِ ٱلَّذِينَ ٱتَّخَذُواْ دِينَهُمۡ لَعِبٗا وَلَهۡوٗا وَغَرَّتۡهُمُ ٱلۡحَيَوٰةُ ٱلدُّنۡيَاۚ وَذَكِّرۡ بِهِۦٓ أَن تُبۡسَلَ نَفۡسُۢ بِمَا كَسَبَتۡ لَيۡسَ لَهَا مِن دُونِ ٱللَّهِ وَلِيّٞ وَلَا شَفِيعٞ وَإِن تَعۡدِلۡ كُلَّ عَدۡلٖ لَّا يُؤۡخَذۡ مِنۡهَآۗ أُوْلَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ أُبۡسِلُواْ بِمَا كَسَبُواْۖ لَهُمۡ شَرَابٞ مِّنۡ حَمِيمٖ وَعَذَابٌ أَلِيمُۢ بِمَا كَانُواْ يَكۡفُرُونَ ٧٠
Bırak o dinlerini oyun ve eğlence edinen ve dünya hayat kendilerini aldatmış bulunan kimselere de bu vesiyle ile şunu ihtar et ki bir nefis kendi kesbiyle besalet kabzasına düşmeye görsün o vakit Allah’ın huzur-ı celâlinde ona başka ne bir sahabet eden bulunur ne bir şefaat, her dürlü fidyeyi denkleştirse bile kabul edilmez, onlar azâbın kabza-i besaletine teslim olunmuş kimselerdir, nankörlük ettiklerinden dolayı onlara sâde hamîmden bir şeRab ve elîm bir azâb vardır.
Bırak o dinlerini oyun ve eğlence edinenleri; dünya hayatının aldattığı kimseleri. Sen, onunla öğüy ver ki Allah'tan başka dostu ve şefaatçısı olmayan bir kimse; kazandığından ötürü yok olmasın. O, bütün varını fidye olarak verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıklarından ötürü yok olanlardır. Küfür edegeldiklerinden dolayı onlara, kaynar sudan içecek ve elim bir azab vardır.
Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.
Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen, kendilerini dünyâ hayaatı aldatmış bulunan kimseleri (öylece haaline) bırak. Sen yalınız onunla (Kur'an ile) va'z et ki hiç bir kimse kazandığı (günâh) yüzünden helake sürüklenib atılmasın. Ona Allahdan ne bir yâr, ne de bir şefaatçi yokdur. O, bütün varını fidye olarak verse yine ondan alın (ıb kabul olun) maz. Onlar (dünyâda) kazandıkları (günâhlar) yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. Küfr-ü inkâr etmekde oldukları (hakıykatler) den dolayı kaynar su ve acıklı azâb onlar içindir.
Dinlerini oyun- eğlence konusu yapan ve dünya hayatına aldanan kimseleri bırak da Kur'an aracılığı ile şunu hatırlat ki, eğri davranışlarının, günahlarının tutsağı olan kimse ne Allah dışında bir yardım edici ve ne de bir aracı bulabilir. Eğer o bütün varını fidye olarak ortaya koysa kabul edilmez.
قُلۡ أَنَدۡعُواْ مِن دُونِ ٱللَّهِ مَا لَا يَنفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلَىٰٓ أَعۡقَابِنَا بَعۡدَ إِذۡ هَدَىٰنَا ٱللَّهُ كَٱلَّذِي ٱسۡتَهۡوَتۡهُ ٱلشَّيَٰطِينُ فِي ٱلۡأَرۡضِ حَيۡرَانَ لَهُۥٓ أَصۡحَٰبٞ يَدۡعُونَهُۥٓ إِلَى ٱلۡهُدَى ٱئۡتِنَاۗ قُلۡ إِنَّ هُدَى ٱللَّهِ هُوَ ٱلۡهُدَىٰۖ وَأُمِرۡنَا لِنُسۡلِمَ لِرَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ٧١
De ki hiç biz Allah’ı bırakır da bize ne menfaat ne zarar yapamıyacak nesnelere yalvarır mıyız? ve Allah bizi hidayetine kavuşturmuş iken ardımıza döner miyiz? o avanak gibi ki arzda şaşkın şaşkın dolaşırken kendini şeytanlar ayartıp uçuruma çekmekte, beride ise arkadaşları var bize gel diye onu doğru yola çağırıb duruyorlar, de ki her halde hidâyet Allah hidayeti ve biz şöyle emr edildik: Halis müslim olalım Rabb’ül-âlemîn’e.
De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda ve zarar veremeyen şeylere mi yalvaralım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra arkadaşları; bize gel, diye doğru yola çağırırken; şeytanların saptırıp şaşkın bir halde çöle düşürmek istedikleri kimse gibi ökçelerimizin üstünden gerisin geri mi dönelim? De ki: Allah'ın hidayeti, asıl hidayetin kendisidir. Ve biz; alemlerin Rabbına teslim olmakla emrolunduk.
De ki: “Allah’ı bırakıp da bize faydası olmayan, zararı da dokunmayan şeylere mi tapalım? Allah, bizi hidayete kavuşturduktan sonra gerisingeri (şirke) mi döndürülelim? Arkadaşları ‘bize gel!’ diye doğru yola çağırdıkları hâlde, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi (olalım)?” De ki: “Hiç şüphesiz asıl doğru yol Allah’ın yoludur. Bize âlemlerin Rabbine boyun eğmek emrolundu.”
De ki: «Allahı bırakıb da bize ne fâide, ne zarar yapamayacak olan şeylere (putlara) mı tapalım? Allah bizi doğru yola iletdikden sonra — şeytanların sapdırıp şaşkın bir halde çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise «Bize gel» diye yola çağırdıkları kimse gibi — ökçelerimizin üzerine gerisin geri mi (şirke) döndürülelim»? De ki: «Allahın hidâyet yolu şübhesiz ki doğru yolun ta kendisidir ve biz (kendimizi) kâinatın Rabbine teslîm etmemizle emrolunmuşuzdur.
De ki; «Allah'ı bırakıp bize ne yarar ve ne de zarar dokunduramayan putlara mı yalvarırım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra tekrar geriye mi dönelim? Tıpkı arkadaşları tarafından 'bize gel' diye doğru yola çağrıldığı halde, şeytanlar tarafından ayartılıp çöl ortasında şaşkın bırakılan kimse gibi mi olalım? De ki; «Doğru kılavuzluk, Allah'ın kılavuzluğudur, bize alemlerin Rabbine teslim olmamız emredildi.»
وَأَنۡ أَقِيمُواْ ٱلصَّلَوٰةَ وَٱتَّقُوهُۚ وَهُوَ ٱلَّذِيٓ إِلَيۡهِ تُحۡشَرُونَ ٧٢
Hem namazı kılın ve ondan korkun, haşrolunup varcağınız O.
Ve bir de namaz kılın ve O'ndan korkun diye. O'dur kendisine varıp toplanacağınız.
Bir de, bize, “Namazı dosdoğru kılın ve Allah’a karşı gelmekten sakının” diye emrolundu. O, huzurunda toplanacağınız Allah’tır.
Bir de «Namaz kılın, Ondan (Allahdan) korkun» (diye emrolunmuşuzdur). Huzuruna varıb toplanacağınız (Zât-i kibriyâ) Odur.
Ayrıca bize «namazı kılınız ve Allah'dan korkunuz» diye emredildi. Huzurunda toplanacağınız O'dur.
وَهُوَ ٱلَّذِي خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ بِٱلۡحَقِّۖ وَيَوۡمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُۚ قَوۡلُهُ ٱلۡحَقُّۚ وَلَهُ ٱلۡمُلۡكُ يَوۡمَ يُنفَخُ فِي ٱلصُّورِۚ عَٰلِمُ ٱلۡغَيۡبِ وَٱلشَّهَٰدَةِۚ وَهُوَ ٱلۡحَكِيمُ ٱلۡخَبِيرُ ٧٣
Ve o gökleri, yeri yaradan hakkıyle o, hem ol! diyeceği gün o da oluverir * Hak onun dediği, Sur üfürüleceği gün de mülk onun, hem gaybe âlim hem şehadete, Hakim O’dur, habîr O.
O'dur, gökleri ve yeri hak ile yaratan. O'nun; ol, dediği gün; hemen olur. O'nun sözü haktır. Sur'a üfleneceği gün de mülk O'nundur. Görülmeyeni de, görüleni de bilir. Ve O; Hakim'dir, Habir'dir.
O, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratandır. Allah’ın “ol” deyip de her şeyin oluvereceği günü hatırla. O’nun sözü gerçektir. Sûr’a üflendiği gün de mülk (hükümranlık) O’nundur. Gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
O, gökleri ve yeri hak (ve hikmet) le yaratandır. Onun «ol» diyeceği gün (her şey) oluverir. Sözü hakdır. «Suur» üfürüleceği gün de mülk Onun. Görünmeyeni de, görüneni de bilendir. O, yegâne hikmet saahibi, (her şeyden) hakkıyle haberdâr olandır.
Gökleri ve yeri gerçeğe dayalı olarak yaratan O'dur. Her şey «Ol» dediği gün oluverir. Sözü gerçektir. Sur'a üflendiği gün, egemenlik O'nun tekelindedir. O gizli- açık her şeyi bilir, O hikmet sahibidir ve her şeyden haberdardır.
۞ وَإِذۡ قَالَ إِبۡرَٰهِيمُ لِأَبِيهِ ءَازَرَ أَتَتَّخِذُ أَصۡنَامًا ءَالِهَةً إِنِّيٓ أَرَىٰكَ وَقَوۡمَكَ فِي ضَلَٰلٖ مُّبِينٖ ٧٤
Vaktiyle İbrâhîm babası Azer’e ne demişti? Sen putları kendine bir sürü ilâh ediniyorsun öyle mi? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir dalâl içinde görüyorum.
Hani İbrahim, babası Azer'e demişti ki: Sen, putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.
Hani İbrahim, babası Âzer’e, “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.
Bir zaman İbrâhîm, atası Âzere: «Sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum» demişdi.
Hani İbrahim, babası Azer'e dedi ki; «Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu görüyorum.»
وَكَذَٰلِكَ نُرِيٓ إِبۡرَٰهِيمَ مَلَكُوتَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَلِيَكُونَ مِنَ ٱلۡمُوقِنِينَ ٧٥
Bu sûretle Ibrâhîm’e göklerin ve yerin melekûtünü gösteriyorduk ki yakîn hâsıl edenlerden olsun.
İşte böylece yakınen bilenlerden olması için Biz, İbrahim'e göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk.
İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.
Biz İbrâhîme (hakıykatı nasıl öğretdiysek, istidlalde bulunması ve) kesin ilme erenlerden olması için göklerin ve yerin büyük mülkünü de öylece gösteriyorduk.
Biz İbrahim'e göklerin ve yerin görkemli egemenlik mekanizmasını böylece gösteriyorduk ki, o kesin inançlılardan olsun.
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيۡهِ ٱلَّيۡلُ رَءَا كَوۡكَبٗاۖ قَالَ هَٰذَا رَبِّيۖ فَلَمَّآ أَفَلَ قَالَ لَآ أُحِبُّ ٱلۡأٓفِلِينَ ٧٦
Vakta ki üzerini gece kapladı bir yıldız gördü "bu imiş Rabbim" dedi, derken batıverince "ben öyle batanları sevmem" dedi.
Gece bastırınca; bir yıldız görmüş: Bu mu benim Rabbım? demiş. O, batınca da: Ben, batanları sevmem, demişti.
Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi.
İşte o, üstüne gece bürüyüb örtünce bir yıldız görmüş, «Bu mu benim Rabbim?!» demiş, o sönüb gidince ise şöyle demişdi: «Ben böyle sönüb batanları (Tanrı diye) sevmem».
Gece karanlık basınca bir yıldız gördü ve «Rabbim budur» dedi. Fakat yıldız batınca «Batanları sevmem» dedi.
فَلَمَّا رَءَا ٱلۡقَمَرَ بَازِغٗا قَالَ هَٰذَا رَبِّيۖ فَلَمَّآ أَفَلَ قَالَ لَئِن لَّمۡ يَهۡدِنِي رَبِّي لَأَكُونَنَّ مِنَ ٱلۡقَوۡمِ ٱلضَّآلِّينَ ٧٧
Vaktâki ay doğmak üzere iken gördü "bu imiş Rabbim" dedi, derken batınca "kasem ederim ki, dedi, Rabbim beni hidayetine mazhar etmese idi muhakkak şu şaşkın kavmden olacakmışım".
Sonra ayı doğarken görünce: Bu mu benim Rabbım? demiş. O da batınca: Eğer Rabbım beni hidayete erdirmeseydi; muhakkak sapanlar güruhundan olurdum, demişti.
Ay’ı doğarken görünce de, “İşte Rabbim!” dedi. Ay da batınca, “Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum” dedi.
Sonra ayı doğar halde görünce de: «Bu mu benim Rabbim?!» demiş, fakat o da batıb gidince: «Andolsun, demişdi, eğer Rabbim bana hidâyet etmemiş olsaymış muhakkak sapanlar güruhundan olacakmışım».
Arkasından ayı doğarken görünce «Rabbim budur» dedi. Fakat o da batınca «Eğer Rabbim beni doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan biri olurdum» dedi.
فَلَمَّا رَءَا ٱلشَّمۡسَ بَازِغَةٗ قَالَ هَٰذَا رَبِّي هَٰذَآ أَكۡبَرُۖ فَلَمَّآ أَفَلَتۡ قَالَ يَٰقَوۡمِ إِنِّي بَرِيٓءٞ مِّمَّا تُشۡرِكُونَ ٧٨
Vaktâki güneş doğmak üzere iken gördü "bu imiş Rabbim, bu hepsinden büyük" dedi, o da batınca ey kavmim, dedi: haberiniz olsun ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden berîim.
Sonra güneşi doğarken görünce: Bu mu benim Rabbım? Bu daha büyük demiş. Ama batınca: Ey kavmim, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım, demişti.
Güneşi doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca (kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi.
Sonra güneşi doğar vaz'iyyetde görünce de: «Bu mu imiş benim Rabbim?! Bu, hepsinden de büyük!» demiş, batınca da (şöyle) söylemişdi: «Ey kavmim, (Gördünüz ya, bunların hepsi fânî ve mahlukdur) Ben sizin (Allaha) eş katageldiğiniz nesnelerden kat'iyyen uzağım».
Daha sonra güneşi doğarken görünce «Rabbim budur, bu daha büyüktür» dedi. Fakat o da batınca «Ey kavmim, ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz putlardan uzağım.»
إِنِّي وَجَّهۡتُ وَجۡهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ حَنِيفٗاۖ وَمَآ أَنَا۠ مِنَ ٱلۡمُشۡرِكِينَ ٧٩
Ben her dinden geçib sâde hakka eğilerek yüzümü o gökleri ve yeri yaratmış olan fâtıre döndüm ve ben müşriklerden değilim".
Doğrusu ben, gerçekten yüzümü bir muvahhid olarak gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben, müşriklerden değilim.
“Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.”
«Şübhesiz ki ben, bir müvahhid (Allâhı bir tanıyıcı) olarak, yüzümü o gökleri ve yeri yaratmış olan Allaha yöneltelim. Ben müşriklerden değilim».
Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve yeri yoktan var edene yönelttim, ben O'na ortak koşanlardan değilim.
وَحَآجَّهُۥ قَوۡمُهُۥۚ قَالَ أَتُحَٰٓجُّوٓنِّي فِي ٱللَّهِ وَقَدۡ هَدَىٰنِۚ وَلَآ أَخَافُ مَا تُشۡرِكُونَ بِهِۦٓ إِلَّآ أَن يَشَآءَ رَبِّي شَيۡـٔٗاۚ وَسِعَ رَبِّي كُلَّ شَيۡءٍ عِلۡمًاۚ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ ٨٠
Kavmi de kendisine karşı ihticaca kalkıştı, o, siz, dedi: bana Allah hakkında ıhticaca mı kalkışıyorsunuz? Halbuki o bana hakikati doğrudan doğru gösterdi, sizin ona şirk koştuğunuz şeylerden ise ben hiç bir zaman korkmam, Rabbim dilemedikce onlar bana hiç bir şey yapamaz, Rabbin her şeyi ılmen ihâta buyurdu, artık bir düşünmez misiniz?
Kavmi, onunla tartışmaya girişti. Demişti ki: Beni doğru yola iletmişken; Allah hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? O'na şirk koştuklarınızdan korkmam. Meğer ki, Rabbım bir şey dilemiş olsun. Rabbım, ilimce herşeyi kuşatmıştır. Hala düşünüp öğüt almayacak mısınız?
Kavmi onunla tartışmaya girişti. Dedi ki: “Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Hem sizin O’na ortak koştuklarınızdan ben korkmam; ancak Rabbimin bir şey dilemiş olması başka. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?”
Kavmi ona (düşmanca ve câhilce) hüccet getirmiye kalkışdı. O dedi ki: «Allah beni doğru yola iletmişken siz benimle Onun hakkında haalâ çekişiyor musunuz? Ben Ona eş tanıdığınız şeylerden (hiç bir zaman) korkmam. Meğer ki Rabbim (hakkımda) bir şey (bir felâket) dilemis olsun. Rabbimin ilmi her şey'e sargın ve taşkındır. Haalâ düşünüb öğüd almayacak mısınız»?
Kavmi onunla tartışmaya girişti, bunun üzerine onlara dedi ki; «Allah beni doğru yola iletmişken sizler, O'nun hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Ben O'na koştuğunuz ortaklardan korkmam. Meğer ki, Rabbim hakkımda bir şey dilemiş olsun. Rabbimin bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Halâ düşünmüyor musunuz?»