بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَعِندَهُۥ مَفَاتِحُ ٱلْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَآ إِلَّا هُوَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِى ٱلْبَرِّ وَٱلْبَحْرِۚ وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فِى ظُلُمَٰتِ ٱلْأَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ إِلَّا فِى كِتَٰبٍ مُّبِينٍ ﴿٥٩

Gaybin anahtarları onun yanındadır, onları ancak o bilir, hem kara ve denizde ne varsa bilir, bir yaprak düşmez, ve arzın zulümatı içine bir habbede gitmez ki o bilmesin, ne bir yaş ne de bir kuru yoktur ki her hal bir kitap-ı mübînde olmasın.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Gaybın anahtarları O'nun katındadır. O'ndan başka kimse bilmez. Karada ve denizde olanı da O bilir. Bir yaprak düşmez ki; onu bilmesin. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru müstesna olmamak üzere her şey apaçık bir kitabtadır.

— İbni Kesir

Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.

— Diyanet İşleri

Gaybın anahtarları Onun yanındadır. Kendinden başkası bunları bilmez. Karada ve denizde varsa hepsini O bilir. Onun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru (hiç bir şey) müstesna olmamak üzere hepsi apaçık bir kitabdadır.

— Hasan Basri Çantay

Gayb'ın anahtarları Allah'ın katındadır, onu yalnız O bilir. Mutlaka O'nun bilgisi altında dalından düşen her yaprak, yerin karanlık derinliklerindeki her tane, yaş- kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.

— Seyyid Kutub

وَهُوَ ٱلَّذِى يَتَوَفَّىٰكُم بِٱلَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُم بِٱلنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَىٰٓ أَجَلٌ مُّسَمًّىۖ ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٦٠

O odur ki sizleri geceleyin kendinizden geçirir alır, bununla beraber gündüz kazandıklarınızı bilir tutar, sonra sizi onun içinde ba'seder ki mukadder olan bir ecel tamamlansın, sonra onadır yine nihayet dönümünüz, sonra size haber verecek neler işliyordunuz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

O'dur, geceleyin sizi kendinizden geçiren. Gündüzün de ne yaptığınızı bilir. Sonra sizi oraya geri dönderir ki, belirli bir ecelin hükmü yerine gelsin. Sonra sizin dönüşünüz O'nadır. Sonra da ne yaptığınızı size haber verecektir.

— İbni Kesir

O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O’nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.

— Diyanet İşleri

Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün ne elde etdiğinizi bilen, sonra sizi o zaman (diriltircesine) uyandıran Odur. Tâki (böyle böyle) muayyen olan bir ecelin (bir ömrün) hükmü icra ve itmam edilmiş olsun. Yine dönüşünüz ancak Onadır. (Bundan) sonra ise O, size (dünyâda) ne yapardınız haber verecekdir.

— Hasan Basri Çantay

Sizi geceleyin öldüren ve gündüzleyin neler yaptığını bilen O'dur. Sonra O sizi gündüzleyin diriltir, belirli hayat süreniz dolsun diye, sonra O'nun huzuruna döneceksiniz de O yapmış olduklarınızı size haber verecektir.

— Seyyid Kutub

وَهُوَ ٱلْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِۦۖ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً حَتَّىٰٓ إِذَا جَآءَ أَحَدَكُمُ ٱلْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ ﴿٦١

Kullarının fevkinde kahir o, üzerinize harekâtınızı zabteden hafaza gönderir, hattâ birinize ölüm geldiği vakit onu gönderdiğimiz melekler kabzederler ve onlar vazifelerinde kusûr etmezler.

— Elmalılı Hamdi Yazır

O, kulları üzerinde yegane hakimdir. Ve size, koruyucular yollar. Nihayet herhangi birinize ölüm gelince; elçilerimiz bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar.

— İbni Kesir

O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.

— Diyanet İşleri

O, kullarının üzerine (yegâne) kahr-u galebe (ve tasarruf) saahibidir. Size bekçi (melek) ler yolluyor. Nihayet her hangi birinize ölüm geldi mi (o) elçilerimiz, onlar artık ve eksik bir şey yapmaksızın, onun ruhunu alırlar.

— Hasan Basri Çantay

O, kulları üzerinde kesin egemendir. Size koruyucu melekler gönderir. Sonunda birinize ölüm gelince, elçilerimiz hiçbir görev kusuru yapmaksızın onun canını alırlar.

— Seyyid Kutub

ثُمَّ رُدُّوٓاْ إِلَى ٱللَّهِ مَوْلَىٰهُمُ ٱلْحَقِّۚ أَلَا لَهُ ٱلْحُكْمُ وَهُوَ أَسْرَعُ ٱلْحَٰسِبِينَ ﴿٦٢

Sonra o kabzolunanlar hak mevlâları Allah’a redd-ü teslim edilirler, agâh olun, hüküm onun, ve o hesap görenlerin en seri'ı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Sonra onlar, gerçek mevlalarına döndürülürler. Dikkat edin; hüküm O'nundur. Ve; O hesab görenlerin en sü'ratlisidir.

— İbni Kesir

Sonra hepsi, gerçek sahipleri Allah’a döndürülürler. İyi bilin ki hüküm yalnız O’nundur. O, hesap görenlerin en çabuğudur.

— Diyanet İşleri

Sonra (görürsünüz ki) bunlar, bütün işlerine hak ve adl ile mâlik olan Allaha, (Allahın hükmüne ve cezasına) döndürü (lüb götürü) lmüşlerdir. Gözünüzü açın ki bütün hüküm Onundur. O, hesâb görücülerin en sür'atlisidir.

— Hasan Basri Çantay

Sonra o canlar gerçek sahipleri olan Allah'a götürülürler. İyi biliniz ki, egemenlik yalnız O'nun tekelindedir ve hesap görenlerin en çabuğudur.

— Seyyid Kutub

قُلْ مَن يُنَجِّيكُم مِّن ظُلُمَٰتِ ٱلْبَرِّ وَٱلْبَحْرِ تَدْعُونَهُۥ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً لَّئِنْ أَنجَىٰنَا مِنْ هَٰذِهِۦ لَنَكُونَنَّ مِنَ ٱلشَّٰكِرِينَ ﴿٦٣

De ki kim kurtarır sizi o karanın, denizin zulmetlerinden, gizliden gizliye yalvara yalvara duâlar ederek dediğiniz demler: Ahdimiz olsun eğer bizi bundan kurtarırsan şeksiz şüphesiz şakirînden oluruz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

De ki: Karanın ve denizlerin karanlıklarından sizi, kim kurtarır? Siz, gizlice O'na yalvarır yakarırsınız. Bizi bundan kurtarırsa; andolsun şükredenlerden olacağız.

— İbni Kesir

De ki: “Sizler, açıktan ve gizlice O’na ‘Eğer bizi bundan kurtarırsa, elbette şükredenlerden olacağız’ diye dua ederken, sizi karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) kim kurtarır?”

— Diyanet İşleri

De ki: «Karanın ve denizin karanlıkları içinden sizi kim kurtarıyor ki ona (aşikâr ve) gizli yalvararak (şöyle) düâ edersiniz: Eğer bizi bundan selâmete erdirirsen andolsun şükredenlerden olacağız».

— Hasan Basri Çantay

De ki; «Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran kimdir? Ki O'na -Eğer bizi bu zor durumdan kurtarırsa kesinlikle şükredenlerden olacağız- diye açıktan ya da gizlice yalvarırsınız.

— Seyyid Kutub

قُلِ ٱللَّهُ يُنَجِّيكُم مِّنْهَا وَمِن كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ أَنتُمْ تُشْرِكُونَ ﴿٦٤

De ki Allah kurtarır sizi ondan ve her sıkıntıdan, sonra da siz müşriklik edersiniz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

De ki: Allah kurtarır sizi ondan da, her sıkıntıdan da. Sonra da siz şirk koşarsınız.

— İbni Kesir

De ki: “Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Ama siz yine de O’na ortak koşuyorsunuz.”

— Diyanet İşleri

De ki: «Sizi ondan ve her sıkıntıdan Allah kurtarır da sonra siz yine (Ona) eş katarsınız».

— Hasan Basri Çantay

De ki; «Sizi bu zor durumdan ve bütün sıkıntılardan kurtaran Allah'dır. Sonra da O'na ortak koşuyorsunuz!»

— Seyyid Kutub

قُلْ هُوَ ٱلْقَادِرُ عَلَىٰٓ أَن يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِّن فَوْقِكُمْ أَوْ مِن تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ أَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذِيقَ بَعْضَكُم بَأْسَ بَعْضٍۗ ٱنظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ ٱلْءَايَٰتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ ﴿٦٥

De ki o size üstünüzden veya altınızdan bir azâb salıvermeğe, yahud birbirinize katıb bazınızın bazınızdan hıncını tattırmaya da kadirdir, bak âyetleri nasıl tasrîf ediyoruz, gerek ki fıkhiyle anlasınlar.

— Elmalılı Hamdi Yazır

De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeye, sizi fırka fırka yapıp kiminizin hıncını kimine tattırmaya Kadir olan O'dur. Bak; onlar iyice anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz.

— İbni Kesir

De ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.” Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz.

— Diyanet İşleri

De ki: «O, size üstünüzden, yahud ayaklarınızın altından bir azâb göndermiye veya sizi birbirinize katıb kiminizden kiminin hıncını tatdırmıya kaadirdir». Bak, âyetleri, onlar iyice anlasınlar diye, nasıl türlü türlü açıklıyoruz!

— Hasan Basri Çantay

De ki; «O, size üstünüzden ya da ayaklarınızın altından azap göndermeye veya düşman gruplara ayırarak size birbirinizin hıncını, birbirinizin terörünü, acısını tattırmaya kadirdir.» Ola ki, anlarlar diye, ayetlerimizi çeşitli açılardan nasıl açıkladığımızı görüyor musun?

— Seyyid Kutub

وَكَذَّبَ بِهِۦ قَوْمُكَ وَهُوَ ٱلْحَقُّۚ قُل لَّسْتُ عَلَيْكُم بِوَكِيلٍ ﴿٦٦

Bu böyle hakk iken kavmin buna yalan dedi, de ki üzerinize vekil değilim.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Kavmin onu yalanladı. Halbuki o, haktır. De ki: Ben, sizin üzerinize vekil değilim.

— İbni Kesir

O (Kur’an) hak olduğu hâlde, kavmin onu yalanladı. De ki: “Ben size vekil (sizden sorumlu) değilim.”

— Diyanet İşleri

O (Kur'an) hak iken kavmin onu yalan saydı. De ki: «Ben sizin üzerinize (gönderilmiş) bir vekîl değilim».

— Hasan Basri Çantay

Kur'an gerçek olduğu halde, senin kavmin onu yalanladı. Onlara de ki; «Ben sizin (akıbetinizi yönlendirmekle yükümlü) vekiliniz değilim.»

— Seyyid Kutub

لِّكُلِّ نَبَإٍ مُّسْتَقَرٌّۚ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ﴿٦٧

Her haberin mukarrer bir zamanı var, artık ileride bilirsiniz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Her haberin kararlaşmış bir zamanı vardır. Siz de yakında bileceksiniz.

— İbni Kesir

Her haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır. İleride bileceksiniz.

— Diyanet İşleri

«Her bir haberin kararlaşmış bir zamanı vardır. Siz de yakında öğrenirsiniz».

— Hasan Basri Çantay

Her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır. İlerde anlayacaksınız.

— Seyyid Kutub

وَإِذَا رَأَيْتَ ٱلَّذِينَ يَخُوضُونَ فِىٓ ءَايَٰتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّىٰ يَخُوضُواْ فِى حَدِيثٍ غَيْرِهِۦۚ وَإِمَّا يُنسِيَنَّكَ ٱلشَّيْطَٰنُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ ٱلذِّكْرَىٰ مَعَ ٱلْقَوْمِ ٱلظَّٰلِمِينَ ﴿٦٨

Âyetlerimiz hakkında münasebetsizliğe dalanları gördüğün vakit de kendilerinden yüz çevir, tâ ki başka bir söze dalsınlar, şayed şeytan bunu sana bir an unutturursa hatırına geldiği gibi hemen kalk, o zalimler gürûhu ile beraber oturma.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Ayetlerimizi çekişmeye dalanları gördüğün vakit; onlar başka bir söze geçinceye kadar, kendilerinden yüzçevir. Eğer şeytan sana unutturursa; hatırladıktan sonra, artık zalimler güruhu ile oturma.

— İbni Kesir

Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.

— Diyanet İşleri

Âyetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman — onlar Kur'andan başka bir sözle meşgul oluncaya kadar — kendilerinden yüz çevir. Eğer şeytan seni unutdurursa, o halde hatırladıkdan sonra artık o zalimler güruhu ile beraber oturma.

— Hasan Basri Çantay

Ayetlerimiz hakkında asılsız lâf ebeliğine dalanları gördüğünde (bu adamlar) başka bir söze geçinceye kadar yanlarından uzaklaş. Eğer şeytan sana yanlarından kalkmayı unutturursa, hatırladıktan sonra sakın o zalimler ile birlikte oturma.

— Seyyid Kutub

وَمَا عَلَى ٱلَّذِينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِم مِّن شَىْءٍ وَلَٰكِن ذِكْرَىٰ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿٦٩

Gerçi Allah’dan korkanlarla onların hesabından bir şey düşmez velâkin bir ihtar olur, belki sakınırlar.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Allah'tan sakınanlara; onların hesabından bir şey yoktur, fakat bir öğüttür. Olur ki, sakınırlar.

— İbni Kesir

Allah’a karşı gelmekten sakınanlara, onların hesabından bir şey (sorumluluk) yoktur. Fakat üzerlerine düşen bir hatırlatmadır. Belki sakınırlar.

— Diyanet İşleri

Onların hesabından hiç bir şey takvaada sebat edenlerin üstüne (lâzım) değil. Fakat (uhdelerine düşen) bir nasıyhatdir. Olur ki sakınırlar.

— Hasan Basri Çantay

Gerçi günahlardan sakınanlara onların hesabından hiçbir sorumluluk düşmez. Fakat söz konusu olan hatırlatmadır... Ola ki, sakınırlar.

— Seyyid Kutub

AYARLAR