بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّآ أَرۡسَلۡنَا عَلَيۡهِمۡ رِيحٗا صَرۡصَرٗا فِي يَوۡمِ نَحۡسٖ مُّسۡتَمِرّٖ ١٩
Çünkü salıverdik üzerlerine müstemirr, nühusetli bir günde bir soğuk rüzgâr ki sarsar.
Nitekim uğursuz günde üzerlerine şiddetli bir rüzgarı devamlı olarak gönderdik.
Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr gönderdik.
Çünkü biz (haklarında) uğursuz (ve uğursuzluğu) sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü fırtına gönderdik.
Baştan başa uğursuz bir günde üzerlerine sert ve dondurucu bir kasırga saldık.
تَنزِعُ ٱلنَّاسَ كَأَنَّهُمۡ أَعۡجَازُ نَخۡلٖ مُّنقَعِرٖ ٢٠
İnsanları kökünden devrilen hurma kütükleri gibi yolar.
İnsanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi koparıp yere seriyordu.
İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.
(Öyle bir fırtına ki) insanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gibi, ta temelinden kopar (ıb helake uğrat) ıyordu.
Bu kasırga insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi havaya kaldırıp savuruyordu.
فَكَيۡفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ ٢١
Bak nasılmış azâbım ve inzarlarım?
İşte Benim azabım ve tehditlerim nasılmış?
Azabım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)!
İşte benim azabım ve (bundan evvel) tehdîdlerim nice imiş(düşünün).
Peki benim azabım ve uyarılarım nasılmış?
وَلَقَدۡ يَسَّرۡنَا ٱلۡقُرۡءَانَ لِلذِّكۡرِ فَهَلۡ مِن مُّدَّكِرٖ ٢٢
Şanım namına Kur'an’ı müyesser de kıldık düşünmek için, fakat düşünen mi var?
Andolsun ki; Biz, Kur'an'ı, düşünmek için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan var mı?
Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Andolsun ki biz Kur'ânı düşünmek için kolaylaşdırmışızdır. O halde var mı bir düşünen?
Biz Kur'an'dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?
كَذَّبَتۡ ثَمُودُ بِٱلنُّذُرِ ٢٣
Semûd o inzarları tekzib ettiler.
Semud kavmi de uyarıları yalanladı.
(23-24) Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: “İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz.”
Semud (kavmi, kendilerini azâb ile) korkutan (emir) leri yalan saydı (lar) da,
Semudoğulları da uyarıları yalanlamışlardı.
فَقَالُوٓاْ أَبَشَرٗا مِّنَّا وَٰحِدٗا نَّتَّبِعُهُۥٓ إِنَّآ إِذٗا لَّفِي ضَلَٰلٖ وَسُعُرٍ ٢٤
Şöyle dediler: içimizden bir beşere mi tabi olacağız? Şüphesiz biz o vakit şaşkınlık içinde kalır ateşlere yanarız.
Dediler ki: İçimizden bir insana mı uyacağız? O zaman biz, sapıklık ve delilik etmiş oluruz.
(23-24) Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: “İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz.”
«Biz (im cinsimiz) den bir tek insana, ona mı tâbi' olacağız? Bu takdîrde biz muhakkak ki bir sapıklık ve delilik içinde (kalmış oluruz)», dediler.
Dediler ki: «İçimizden bir insanın peşinden mi gideceğiz? Öyle yaparsak sapıtmış ve kendimizi ateşe atmış oluruz.»
أَءُلۡقِيَ ٱلذِّكۡرُ عَلَيۡهِ مِنۢ بَيۡنِنَا بَلۡ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٞ ٢٥
O zikir aramızdan ona mı bırakıyorlar? Belki o bir şimarık yalancıdır.
Zikir, aramızdan ona mı verilmiş? Hayır o, pek yalancı ve şımarığın biridir.
“Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi? Hayır o, yalancının, şımarığın biridir.”
«Bizim aramızdan vahy ona mı verildi? Hayır, o, şımarık, aşırı bir yalancıdır».
Bizler dururken vahiy ona indirildi, öyle mi? Hayır, o şımarık bir yalancıdır!
سَيَعۡلَمُونَ غَدٗا مَّنِ ٱلۡكَذَّابُ ٱلۡأَشِرُ ٢٦
İleride bilecekler o şimarık yalancı kimdir?
Yarın kimin pek yalancı, şımarığın biri olduğunu bileceklerdir.
Onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık!
Şımarık, aşırı yalancı kimmiş, yarın bilecekler onlar.
Onlar yarın kimin şımarık bir yalancı olduğunu öğreneceklerdir.
إِنَّا مُرۡسِلُواْ ٱلنَّاقَةِ فِتۡنَةٗ لَّهُمۡ فَٱرۡتَقِبۡهُمۡ وَٱصۡطَبِرۡ ٢٧
İşte biz onlara bir fitne olmak üzere o Nâkayı (o dişi deveyi) salıyoruz. Onun için gözet onları ve sabırlı ol.
Gerçekten onları, imtihan etmek için dişi deveyi gönderen Biziz. Onları gözetle ve sabret.
(Salih’e şöyle demiştik:) “Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret.”
Hakıykat, biz onlara, bir imtihaan olmak üzere, o dişi deveyi gönderenleriz. «Onları gözetle ve fezalarına) sabret».
Biz onları sınavdan geçirmek için dişi deveyi göndereceğiz. Sabret de gör bakalım, ne yapacaklar?
وَنَبِّئۡهُمۡ أَنَّ ٱلۡمَآءَ قِسۡمَةُۢ بَيۡنَهُمۡۖ كُلُّ شِرۡبٖ مُّحۡتَضَرٞ ٢٨
Hem haber ver onlara ki su aralarında nevbetle taksim ve her su alış huzur iledir.
Onlara, suyun aralarında taksim olunduğunu da haber ver. Her biri su nöbetinde hazır bulunsun.
“Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun.”
«Bir de suyun her halde aralarında taksîmli olduğunu kendilerine haber ver. Her su nevbetinde (saahibi) haazır (bulunsun» dedik.)
Onlara suyun deve ile aralarında bölüştürüldüğünü bildir. Kimin sırası ise gelir, su içer.
فَنَادَوۡاْ صَاحِبَهُمۡ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ ٢٩
Bunun üzerine sahiblerine bağırdılar o da silâha sarıldı da ayaklarını çırptı.
Arkadaşlarını çağırdılar, o da sarılarak onu kesti.
Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti.
Binnetîce, arkadaşlarını çağırdılar. O da (kılıca) sarılarak (deveyi) kesdi.
Ama onlar bir arkadaşlarını çağırdılar. O da kılıcını çekerek hayvanı cansız yere serdi.