بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَدَعَا رَبَّهُۥٓ أَنِّي مَغۡلُوبٞ فَٱنتَصِرۡ ١٠
O da nihayet Rabbi’ne duâ etti, ben dedi, mağlûbum, hemen nusratını ver.
O da Rabbına yalvarmış: Ben; yenildim, bana yardım et, demişti.
O da Rabbine, “Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et” diye dua etti.
Nihayet, o da Rabbine «Ben hakıykaten mağlûbum. Artık (benim) intikaam (ımı) sen al» diye düâ etdi.
O da «Ben yenik düştüm, yardım et bana» diye Rabb'ine dua etti.
فَفَتَحۡنَآ أَبۡوَٰبَ ٱلسَّمَآءِ بِمَآءٖ مُّنۡهَمِرٖ ١١
Bunun üzerine Göğün kapılarını açtık dökülen bir su ile şakır şakır.
Bunun üzerine Biz de gök kapılarını boşanan sularla açmıştık.
Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık.
Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını açdık.
Göğün kapılarını açarak bardaktan su boşanır gibi bir yağmur yağdırdık.
وَفَجَّرۡنَا ٱلۡأَرۡضَ عُيُونٗا فَٱلۡتَقَى ٱلۡمَآءُ عَلَىٰٓ أَمۡرٖ قَدۡ قُدِرَ ١٢
Yeri de fışkırtık kaynaklar halinde, derken su birleşti bir emr üzerine ki olmuştu öyle mukadder.
Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık da su, takdir edilen bir ölçüye göre birleşiverdi.
Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.
Yeri de kaynaklar haalinde (tamamen) fışkırtdık da (Her iki) su (ezelde) takdîr edilmiş bir emr üzerinde birleşiverdi.
Yeri de coşkun kaynaklar halinde fışkırttık. Her iki yönden gelen su belirlenen bir görevi yerine getirmek üzere birleşti.
وَحَمَلۡنَٰهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلۡوَٰحٖ وَدُسُرٖ ١٣
Onu ise taşıdık elvahlı ve kenetli bir hamule üzerinde ki akar.
Onu tahtadan yapılmış, mıhla çakılmışa bindirdik.
Biz Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.
Onu (Nuuhu) levhalar ve mıhlarla yapılmış (gemiy) e yükledik,
Onu çivilerle tutturulmuş tahtalardan yapılan bir gemiye bindirdik.
تَجۡرِي بِأَعۡيُنِنَا جَزَآءٗ لِّمَن كَانَ كُفِرَ ١٤
Nezaretimizle giderdi o nankörlük edilen zata bir mükâfat olarak.
Küfredilmiş olana mükafat olmak üzere Bizim gözetimimizle yüzüyordu.
Gemi, inkâr edilen kimseye (Nuh’a) bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu.
ki (o gemi; hakkında) nankörlük edilmiş bulunan (o zât) e bir mükâfat olmak üzere, bizim gözlerimiz önünde akıb gidiyordu.
Mesajı inkar edilen kulumuza ödül olarak bu gemi gözetimimiz altında yüzüyordu.
وَلَقَد تَّرَكۡنَٰهَآ ءَايَةٗ فَهَلۡ مِن مُّدَّكِرٖ ١٥
Celâlim Hakkı için bıraktık ta onu bir âyet olarak, fakat düşünen mi var?
Andolsun ki Biz, onu bir ayet olarak bıraktık. Düşünüp ibret alan var mı?
Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Andolsun ki biz bunu bir âyet olarak bırakmışızdır. O halde bir düşünüb ibret alan var mı?
Biz onu bir ibret dersi olarak geride bıraktık. İbret alan yok mu?
فَكَيۡفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ ١٦
Ki nasıl azâbım ve inzarlarım?
Benim azabım ve tehditlerim nasılmış?
Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!
Ki benim azabım ve (bundan evvel) tehdîdlerim nice imiş (düşünün).
Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?
وَلَقَدۡ يَسَّرۡنَا ٱلۡقُرۡءَانَ لِلذِّكۡرِ فَهَلۡ مِن مُّدَّكِرٖ ١٧
Şanım namına Kur'an’ı müyesser de kıldık düşünmek için, fakat düşünen mi var?
Andolsun ki; Biz, Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan var mı?
Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Andolsun ki biz Kur'ânı düşünmek için kolaylaşdırmışızdır. O halde bir düşünen var mı?
Biz Kur'an'dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?
كَذَّبَتۡ عَادٞ فَكَيۡفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ ١٨
Tekzib etti de Âd nasıl oldu azâbım ve inzarlarım?
Ad kavmi de tekzib etti. Benim azabım ve tehdidim nasılmış?
Âd kavmi de (Hûd’u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış!
Aad (kavmi, peygamberleri Hûd'ü) tekzîb etdi. İşte benim azabım (ve bundan evvel) tehdîdlerim nice imiş (düşünün).
Adoğulları da peygamberlerini yalanladılar. Ama benim azabım ve uyarmam nasılmış?
إِنَّآ أَرۡسَلۡنَا عَلَيۡهِمۡ رِيحٗا صَرۡصَرٗا فِي يَوۡمِ نَحۡسٖ مُّسۡتَمِرّٖ ١٩
Çünkü salıverdik üzerlerine müstemirr, nühusetli bir günde bir soğuk rüzgâr ki sarsar.
Nitekim uğursuz günde üzerlerine şiddetli bir rüzgarı devamlı olarak gönderdik.
Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr gönderdik.
Çünkü biz (haklarında) uğursuz (ve uğursuzluğu) sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü fırtına gönderdik.
Baştan başa uğursuz bir günde üzerlerine sert ve dondurucu bir kasırga saldık.
تَنزِعُ ٱلنَّاسَ كَأَنَّهُمۡ أَعۡجَازُ نَخۡلٖ مُّنقَعِرٖ ٢٠
İnsanları kökünden devrilen hurma kütükleri gibi yolar.
İnsanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi koparıp yere seriyordu.
İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.
(Öyle bir fırtına ki) insanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gibi, ta temelinden kopar (ıb helake uğrat) ıyordu.
Bu kasırga insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi havaya kaldırıp savuruyordu.