بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
ذَٰلِكَ مَبۡلَغُهُم مِّنَ ٱلۡعِلۡمِۚ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعۡلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِۦ وَهُوَ أَعۡلَمُ بِمَنِ ٱهۡتَدَىٰ ٣٠
İşte odur onların ilimden erebildikleri gaye, şüphesiz ki Rabbin, odur en bilen yolundan sapanı, hem de odur en bilen hidayeti tutanı.
Onların bilgiden erişebilecekleri işte budur. Muhakkak ki Rabbın; yolundan sapmış olanı en iyi bilendir. Ve O; hidayete ereni de en iyi bilendir.
İşte onların ilimden ulaşabildikleri nokta! Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir.
Onların ilimden erebildikleri (son had) işte budur. Şübhesiz ki Rabbin, yolundan sapan kimseleri çok iyi bilenin ta kendisidir. O, hidâyet bulan kimseleri de pek iyi bilendir.
Onların bilgilerinin erişebileceği sınır budur. Hiç kuşkusuz senin Rabb'in kimin yolundan saptığını bildiği gibi kimin doğru yolda olduğunu da bilir.
وَلِلَّهِ مَا فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِي ٱلۡأَرۡضِ لِيَجۡزِيَ ٱلَّذِينَ أَسَٰٓـُٔواْ بِمَا عَمِلُواْ وَيَجۡزِيَ ٱلَّذِينَ أَحۡسَنُواْ بِٱلۡحُسۡنَى ٣١
Hem bütün göklerdeki ve yerdeki hep Allah’ındır akıbet kötülük yapanları yaptıklarıyle cezalandıracak, güzellik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandıracak.
Göklerde olan da, yerde olan da Allah'ındır. Kötülük edenlere yaptıklarının karşılığını vermesi, ihsan edenleri de daha güzeliyle mükafatlandırması içindir.
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.
Göklerde ne var, yerde ne varsa Allahındır. (Bunların yaratılması ve nizaama getirilmesi ise Allahın) kötülük edenleri, yapdıklarına mukaabil cezalandırılması, güzel hareket edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.
Göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsi Allah'a aittir. Amaç kötülük işleyenlere kötülüklerinin ve iyilik yapanlara da iyiliklerinin karşılığını vermektir.
ٱلَّذِينَ يَجۡتَنِبُونَ كَبَٰٓئِرَ ٱلۡإِثۡمِ وَٱلۡفَوَٰحِشَ إِلَّا ٱللَّمَمَۚ إِنَّ رَبَّكَ وَٰسِعُ ٱلۡمَغۡفِرَةِۚ هُوَ أَعۡلَمُ بِكُمۡ إِذۡ أَنشَأَكُم مِّنَ ٱلۡأَرۡضِ وَإِذۡ أَنتُمۡ أَجِنَّةٞ فِي بُطُونِ أُمَّهَٰتِكُمۡۖ فَلَا تُزَكُّوٓاْ أَنفُسَكُمۡۖ هُوَ أَعۡلَمُ بِمَنِ ٱتَّقَىٰٓ ٣٢
Onlar ki günahın büyüklerinden: vebalden, fuhşiyyattan kaçınırlar, ancak ufak tefek kusur başka, şüphesiz ki Rabbın geniş mağfiretlidir, hem sizin her hallerinize alemdir, sizi Arzdan inşa ettiği sıra ve sizler analarınızın karınlarında cenînler iken, şimdi nefislerinizi tezkiyeye kalkışmayın odur en bilen müttaki olanı.
Onlar ki; ufak-tefek kusurları dışında günahın büyüklerinden ve hayasızlıktan kaçınırlar. Muhakkak ki Rabbın; mağfireti geniş olandır. Sizi, daha topraktan yarattığı zaman ve henüz analarınızın karınlarında cenin halinde iken sizi en iyi bilen O'dur. Kendinizi temize çıkarmayın. O; takva sahibi olanları da en iyi bilendir.
Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.
(O güzel hareket edenler), ufak ufak suçlar (ı) haaric olmak üzere, günâhın büyüklerinden ve fuhuşlardan kaçınanlardır. Şübhesiz ki Rabbin, mağfireti bol olandır. O, sizi daha toprakdan yaratdığı zaman ve siz henüz analarınızın karınlarında döller haalinde olduğunuz sırada siz (in ne olduğunuzu) çok iyi bilendir. Bunun için kendinizi (beğenib) temize çıkarmayın. O, (fenâlıkdan) sakınan kimdir, çok iyi bilendir.
İyilik işleyenler büyük günahlardan ve çirkin davranışlardan uzak dururlar. Sadece küçük kusurları olabilir. Senin Rabb'inin bağışlayıcılığı geniş kapsamlıdır. O sizi gerek ilk başta topraktan yaratırken ve gerekse annelerinizin karınlarında cenin aşamasındayken bilir. Öyleyse kendinizi temize çıkarmayınız. Çünkü o kimin kötülüklerden sakındığını herkesten iyi bilir.
أَفَرَءَيۡتَ ٱلَّذِي تَوَلَّىٰ ٣٣
Şimdi gördün a o çevrileni.
Gördün mü o yüz çevireni;
(33-34) Şimdi yüz çevireni; pek az verip de kaskatı cimrileşeni gördün mü?
(33-34) Şimdi (îmandan) dönen, (malından) biraz (ını) verib de gerisini sert kaya gibi elinde tutan adamı gördün mü?
Ey Muhammed, görüyor musun, şu gerçeğe sırt çevireni?
وَأَعۡطَىٰ قَلِيلٗا وَأَكۡدَىٰٓ ٣٤
Ve biraz verip de dayatıvereni.
Biraz verip sonra vermemekte direneni.
(33-34) Şimdi yüz çevireni; pek az verip de kaskatı cimrileşeni gördün mü?
(33-34) Şimdi (îmandan) dönen, (malından) biraz (ını) verib de gerisini sert kaya gibi elinde tutan adamı gördün mü?
Önce biraz verip de arkasını getirmeyeni.
أَعِندَهُۥ عِلۡمُ ٱلۡغَيۡبِ فَهُوَ يَرَىٰٓ ٣٥
Gayb ilmi yanında da artık görüyor mu?
Gaybın bilgisi onun yanındadır da kendisi mi görüyor?
Gayb’ın ilmi kendi yanında da o gerçeği mi görüyor?
Gaybın ilmi onun nezdindedir de kendisi mi görüyor?!
Acaba gaybın bilgisine sahiptir de o alemin sırlarını mı görüyor?
أَمۡ لَمۡ يُنَبَّأۡ بِمَا فِي صُحُفِ مُوسَىٰ ٣٦
Yoksa haber mi verilmedi Musâ’nın suhufundaki.
Yoksa kendisine bildirilmedi mi Musa'nın sahifelerinde olanlar?
(36-37) Yoksa, Mûsâ’nın ve Allah’ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim’in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?
(36-37) Yoksa Musânın ve (Allahdan aldığı emri) vazifesini tastamam îfâ eden İbrâhîmin sahîfelerinde olan (şun) lardan haberdâr mı edilmedi? :
Yoksa Musa'ya indirilen kutsal sayfaların içeriğinden haberi olmadı mı?
وَإِبۡرَٰهِيمَ ٱلَّذِي وَفَّىٰٓ ٣٧
Ve çok vefakâr olan İbrahim’inkindeki.
Ve sözünü yerine getiren İbrahim'inkinde de.
(36-37) Yoksa, Mûsâ’nın ve Allah’ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim’in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?
(36-37) Yoksa Musânın ve (Allahdan aldığı emri) vazifesini tastamam îfâ eden Ibrâhîmin sahîfelerinde olan (şun) lardan haberdâr mı edilmedi? :
Ve görevini titizlikle yerine getiren İbrahim'e inmiş olan kutsal sayfaların içeriğinden haberdar olmadı mı?
أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٞ وِزۡرَ أُخۡرَىٰ ٣٨
Ki doğrusu bir vizir çeken başkasının vizrini çekecek değil.
Doğrusu hiç bir günahkar başkasının günah yükünü yüklenmez.
Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.
Hakıykaten hiçbir günahkâr diğerinin günâh yükünü çekmez.
Ki, hiç kimse başkasının günah yükünü taşımaz.
وَأَن لَّيۡسَ لِلۡإِنسَٰنِ إِلَّا مَا سَعَىٰ ٣٩
Doğrusu insanın sa'yinden başkası kendinin değil.
Gerçekten insan için, çalıştığından başkası yoktur.
İnsan için ancak çalıştığı vardır.
Hakıykaten insan için kendi çalışdığından başkası yokdur.
İnsan ancak kendi çalışmasının karşılığını elde edebilir.
وَأَنَّ سَعۡيَهُۥ سَوۡفَ يُرَىٰ ٤٠
Ve elbette sa'yi yarın görülecek.
Ve onun çalışması ilerde görülecektir.
Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir.
Hakıykaten çalışdığı ileride (kıyamet gününde mizanından) görülecek,
Onun çalışması, ilerde kesinlikle gözler önüne serilecektir.