بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَأَخَذۡنَٰهُ وَجُنُودَهُۥ فَنَبَذۡنَٰهُمۡ فِي ٱلۡيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٞ ٤٠
Onun üzerine biz de tuttuk kendisini ve ordularını deryaya fırlatıverdik: namerdlik ederken o leîm.
Sonunda onu da, ordularını da yakalayıp denize attık. O, kınanacak işler yapıp durmaktaydı.
Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.
Nihayet onu da, ordularını da yakalayıb denize atdık ki o, (bu sırada kendi kendini) kınayıcı idi.
Sonunda onu ve ordularını yakalayıp denize attık. O, kınanmayı haketmişti.
وَفِي عَادٍ إِذۡ أَرۡسَلۡنَا عَلَيۡهِمُ ٱلرِّيحَ ٱلۡعَقِيمَ ٤١
Bir de Âd de: ki üzerlerine o köklerini kesen rüzgarı salıvermiştik.
Ad'da da. Hani onların üzerine kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.
Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.
Aad (kavminin helak edilmesin) de de (ibret vardır). Hani onların üzerine o kısır rüzgârı göndermişdik.
Ad kavminde de ibretler vardır. Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.
مَا تَذَرُ مِن شَيۡءٍ أَتَتۡ عَلَيۡهِ إِلَّا جَعَلَتۡهُ كَٱلرَّمِيمِ ٤٢
Uğradığı bir şeyi bırakmıyor, mutlak onu çürütüp kül gibi ediyordu.
İsabet ettiği şeyi bırakmayıp toza çeviriyordu.
Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.
(Öyle bir rüzgâr ki) her uğradığı şey'i (yerinde) bırakmıyor, mutlakaa onu kül gibi savuruyordu.
Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.
وَفِي ثَمُودَ إِذۡ قِيلَ لَهُمۡ تَمَتَّعُواْ حَتَّىٰ حِينٖ ٤٣
Bir de Semud’da: ki onlara bir zamana kadar istifade edin denilmişti de.
Semud'da da. Hani onlara: Bir süreye kadar yararlanın, demişti.
Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın bakalım” denmişti.
Semud (kavminin ilhâkin) de de (bir ibret vardır). Hani onlara «Bir zamana kadar fâidelene durun» denilmişdi de,
Semud kavminin başına gelende de ibretler vardır: Onlara, «Bir süreye kadar zevklenin» denmişti.
فَعَتَوۡاْ عَنۡ أَمۡرِ رَبِّهِمۡ فَأَخَذَتۡهُمُ ٱلصَّٰعِقَةُ وَهُمۡ يَنظُرُونَ ٤٤
Rableri’nin emrinden azgınlık ettiler, bu yüzden o sâika kendilerini yakalayıverdi, bakınıp duruyorlardı.
Onlar ise Rabblarının emrine başkaldırmışlardı, buyruğundan çıkmışlardı. Bunun üzerine kendilerini göz göre göre yıldırım çarpmıştı.
Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.
Rablerinin emrinden uzaklaşıb azmışlardı. (Bu yüzden) kendilerine de göre göre, onları yıldırım tutuvermişdi.
Rab'lerinin buyruğuna baş kaldırdılar, bu yüzden bakıp dururlarken onları yıldırım yakaladı.
فَمَا ٱسۡتَطَٰعُواْ مِن قِيَامٖ وَمَا كَانُواْ مُنتَصِرِينَ ٤٥
O vakti bir kalkınmaya da güç yetiremediler, bir yardım da görmediler.
Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım da görmemişlerdi.
Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti, ne de başkasından yardım görebildiler.
İşte (bu sebeble) ayakda durmıya güç yetiremediler, yardım edenleri de olmadı.
Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.
وَقَوۡمَ نُوحٖ مِّن قَبۡلُۖ إِنَّهُمۡ كَانُواْ قَوۡمٗا فَٰسِقِينَ ٤٦
Daha evvel de Nûh kavmini, çünkü hep onlar yoldan çıkmış fâsık birer kavim idiler.
Daha önce de Nuh kavmini. Zira onlar gerçekten fasıklar güruhu idiler.
Bunlardan önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.
Daha evvel de Nuuh kavmini (helak etdik). Çünkü onlar (küfr-ü ısyanlarıyle doğrulukdan) çıkmış fâsık kavmdi.
Daha önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir toplum idiler.
وَٱلسَّمَآءَ بَنَيۡنَٰهَا بِأَيۡيْدٖ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ ٤٧
Bir de Semâ’ya bakın biz onu kuvvetle bina ettik ve şüphe yok ki biz çok vüs'a malikiz.
Göğü gücümüzle Biz kurduk. Ve muhakkak ki Biz, genişleticiyiz.
Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
Biz göğü kuvvetle bina etdik. Çünkü biz muhakkak ve mutlak bir (vüs'at ve) kudrete mâlikizdir.
Göğü gücümüzle biz kurduk; şüphesiz biz onu genişleticiyiz.
وَٱلۡأَرۡضَ فَرَشۡنَٰهَا فَنِعۡمَ ٱلۡمَٰهِدُونَ ٤٨
Arzı da döşedik, bakınız biz ne güzel döşeriz.
Yeryüzünü Biz, döşedik. Ne güzel döşeyicileriz.
Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.
Yeri de biz döşedik. (Bak biz) ne güzel döşeyiciler (iz)!
Yeri biz döşedik biz ne güzel döşeyiciyiz.
وَمِن كُلِّ شَيۡءٍ خَلَقۡنَا زَوۡجَيۡنِ لَعَلَّكُمۡ تَذَكَّرُونَ ٤٩
Hem her şeyden iki çift yarattık ki düşünesiniz.
Ve her şeyden çift çift yarattık ki ibret alasınız.
Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
Her şeyden de iki çift yaratdık, olur ki inceden inceye düşünürsünüz diye.
Her şeyden çift çift yarattık ki düşünüp öğüt alasınız.
فَفِرُّوٓاْ إِلَى ٱللَّهِۖ إِنِّي لَكُم مِّنۡهُ نَذِيرٞ مُّبِينٞ ٥٠
O halde hemen Allah’a kaçın, haberiniz olsun ki ben size ondan bir açık nezîrim.
Öyleyse Allah'a koşun. Doğrusu ben; size, O'ndan apaçık bir uyarıcıyım.
O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
O halde (Habîbim, de ki:) «Hepiniz Allaha kaçın. Hakıykat, ben sizi On (un azabın) dan açıkça korkutan (bir peygamber) im».
O halde Allah'a koşun. Çünkü ben, sizi O'ndan açık bir şekilde korkutuyorum.