بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
۞ قَالَ فَمَا خَطۡبُكُمۡ أَيُّهَا ٱلۡمُرۡسَلُونَ ٣١
İbrahim, o halde asıl me'muriyyetiniz nedir? ey mürselûn, dedi.
Ey elçiler, işiniz nedir? dedi.
İbrahim, onlara: “O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?” dedi.
(İbrâhîm) «Ey gönderilmiş (melekler) sizin haal-ü şanınız nedir?» dedi.
İbrahim: «O halde işiniz nedir ey elçiler?» dedi.
قَالُوٓاْ إِنَّآ أُرۡسِلۡنَآ إِلَىٰ قَوۡمٖ مُّجۡرِمِينَ ٣٢
Biz, de dediler: Mücrim bir kavme gönderildik.
Dediler ki: Biz, suçlu bir kavme gönderildik,
(32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
Onlar «Biz günahkârlar güruhuna gönderildik», dediler,
Dediler ki: «Biz suçlu bir kavme gönderildik.»
لِنُرۡسِلَ عَلَيۡهِمۡ حِجَارَةٗ مِّن طِينٖ ٣٣
Üzerlerine çamurdan taşlar salmak için.
Ki; üzerlerine çamurdan taşlar yağdıralım.
(32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
«Çünkü üzerlerine çamurdan taşlar atacağız»,
Ki onların üzerine çamurdan taşlar salalım;
مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلۡمُسۡرِفِينَ ٣٤
Rabbin’in nezdinde damgalanmışlar müsrifler için.
Ki; aşırı gidenler için Rabbının katında nişanlanmış.
(32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
«ki (bunların her biri) aşırı hareket edenlere haas olmak üzere Rabbin nezdinde nişanlanmış (dır)».
Rabbinin katında, haddi aşanlar için işaretlenmiş taşlar.
فَأَخۡرَجۡنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ٣٥
Binnetîce orada bulunan mü'minleri çıkardık.
Bunun üzerine orada bulunan mü'minleri çıkardık.
Orada (Lût’un yöresinde) bulunan mü’minleri çıkardık.
Derken orada mü'minlerden kim varsa çıkardık.
Orada mü'minlerden kim varsa çıkardık.
فَمَا وَجَدۡنَا فِيهَا غَيۡرَ بَيۡتٖ مِّنَ ٱلۡمُسۡلِمِينَ ٣٦
Fakat bir haneden başka orada Müslüman da bulmadık.
Zaten orada bir evden başka müslüman bulamadık.
Zaten orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.
Fakat orada müslümanlardan bir ev (halkın) dan başkasını da bulmadık.
Zaten orada bir ev halkından başka müslüman da bulamadık.
وَتَرَكۡنَا فِيهَآ ءَايَةٗ لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ ٱلۡعَذَابَ ٱلۡأَلِيمَ ٣٧
Ve öyle elîm azabdan korkacaklar için orada bir âyet bıraktık.
Elim azabdan korkanlar için orada bir ayet bıraktık.
Orada, elem dolu azaptan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
(Bununla beraber) orada elem verici azâbdan, korkacaklar için, bir alâmet de bırakdık.
Acı azabdan korkanlar için orada bir ibret bıraktık.
وَفِي مُوسَىٰٓ إِذۡ أَرۡسَلۡنَٰهُ إِلَىٰ فِرۡعَوۡنَ بِسُلۡطَٰنٖ مُّبِينٖ ٣٨
Bir de Musa’da: ki onu bir sultanı mübîn ile Firavun’a gönderdikde.
Musa'da da. Hani onu, apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.
Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun’a göndermiştik.
Musa (nin kıssasın) da da (ibret vardır). Hani onu apaçık bir hüccetle Fir'avne göndermişdik de,
Musa'nın başından geçenlerde de ibretler vardır. Onu apaçık bir delille Fir'avn'a gönderdik.
فَتَوَلَّىٰ بِرُكۡنِهِۦ وَقَالَ سَٰحِرٌ أَوۡ مَجۡنُونٞ ٣٩
O bütün kuvvetiyle tersine gitti: sâhir veya mecnun, dedi.
O, erkanı ile birlikte yüz çevirmiş; ya bir büyücü, ya da bir delidir, demişti.
O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir büyücü veya delidir” dedi.
O, ordusiyle birlikde (îmandan) yüz çevimiş, (onun hakkında) «Ya bir sihirbazdır, yahud bir mecnundur» demişdi.
Fir'avn ordusuyla birlikte yüz çevirmiş ve «Musa, ya bir büyücü ya da bir delidir» dedi.
فَأَخَذۡنَٰهُ وَجُنُودَهُۥ فَنَبَذۡنَٰهُمۡ فِي ٱلۡيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٞ ٤٠
Onun üzerine biz de tuttuk kendisini ve ordularını deryaya fırlatıverdik: namerdlik ederken o leîm.
Sonunda onu da, ordularını da yakalayıp denize attık. O, kınanacak işler yapıp durmaktaydı.
Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.
Nihayet onu da, ordularını da yakalayıb denize atdık ki o, (bu sırada kendi kendini) kınayıcı idi.
Sonunda onu ve ordularını yakalayıp denize attık. O, kınanmayı haketmişti.
وَفِي عَادٍ إِذۡ أَرۡسَلۡنَا عَلَيۡهِمُ ٱلرِّيحَ ٱلۡعَقِيمَ ٤١
Bir de Âd de: ki üzerlerine o köklerini kesen rüzgarı salıvermiştik.
Ad'da da. Hani onların üzerine kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.
Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.
Aad (kavminin helak edilmesin) de de (ibret vardır). Hani onların üzerine o kısır rüzgârı göndermişdik.
Ad kavminde de ibretler vardır. Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.