بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَقَرَّبَهُۥٓ إِلَيۡهِمۡ قَالَ أَلَا تَأۡكُلُونَ ٢٧
Onu yakınlarına koydu, yemeğe buyurmaz mısınız? Dedi.
Onlara yaklaştırıp; yemez misiniz? demişti.
Onu önlerine koydu. “Yemez misiniz?” dedi.
Bunu onlara yaklaşdırdı. «Yemez misiniz?» dedi.
Onu, önlerine yaklaştırdı «Yemez misiniz?» dedi.
فَأَوۡجَسَ مِنۡهُمۡ خِيفَةٗۖ قَالُواْ لَا تَخَفۡۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٖ ٢٨
O vakit onlardan içine bir korku düştü korkma dediler ve kendisine Alim bir oğlan tebşir ettiler.
Derken onlardan endişeye düşmüştü. Korkma; demişler ve onu bilgin bir oğulla müjdelemişlerdi.
(Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.
Derken içine onlardan gizli bir korku çökdü. «Korkma» dediler ve onu çok bilgin bir oğulla müjdelediler.
Yemediklerini görünce içine bir korku düştü. «Korkma» dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.
فَأَقۡبَلَتِ ٱمۡرَأَتُهُۥ فِي صَرَّةٖ فَصَكَّتۡ وَجۡهَهَا وَقَالَتۡ عَجُوزٌ عَقِيمٞ ٢٩
Bunun üzerine hatunu bir çığlık içinde döndü de elini yüzene çarptı ve akîm bir kocakarı, dedi.
Bunun üzerine zevcesi hayretle seslenerek döndü, yüzünü kapayarak: Kısır bir kocakarı, dedi.
Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. “Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)” dedi.
Bunun üzerine (İbrâhîmin) zevcesi (Sâre) bir feryâd içinde yönelib (elini) yüzüne vurdu. «(Ben) doğurmaz bir koca karı (yım)» dedi.
Karısı hayretle çığlık içinde geldi. Yüzünü kapayarak «Ben kısır bir kocakarıyım» dedi.
قَالُواْ كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡحَكِيمُ ٱلۡعَلِيمُ ٣٠
Dediler: öyle Rabbin buyurdu, şüphesiz Alim O, Hakim O.
Onlar: Bu, böyledir, Rabbın buyurdu. Muhakkak ki O; Hakim, Alim olandır, dediler.
Onlar dediler ki: “Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”
Onlar «öyledir. Fakat (bunu) Rabbin buyurdu. Çünkü O, asıl hukûm ve hikmet saahibi olan, (herşey'i) hakkıyle bilen odur» dediler.
Dediler ki: «Rabb'in böyle dedi. O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir.»
۞ قَالَ فَمَا خَطۡبُكُمۡ أَيُّهَا ٱلۡمُرۡسَلُونَ ٣١
İbrahim, o halde asıl me'muriyyetiniz nedir? ey mürselûn, dedi.
Ey elçiler, işiniz nedir? dedi.
İbrahim, onlara: “O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?” dedi.
(İbrâhîm) «Ey gönderilmiş (melekler) sizin haal-ü şanınız nedir?» dedi.
İbrahim: «O halde işiniz nedir ey elçiler?» dedi.
قَالُوٓاْ إِنَّآ أُرۡسِلۡنَآ إِلَىٰ قَوۡمٖ مُّجۡرِمِينَ ٣٢
Biz, de dediler: Mücrim bir kavme gönderildik.
Dediler ki: Biz, suçlu bir kavme gönderildik,
(32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
Onlar «Biz günahkârlar güruhuna gönderildik», dediler,
Dediler ki: «Biz suçlu bir kavme gönderildik.»
لِنُرۡسِلَ عَلَيۡهِمۡ حِجَارَةٗ مِّن طِينٖ ٣٣
Üzerlerine çamurdan taşlar salmak için.
Ki; üzerlerine çamurdan taşlar yağdıralım.
(32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
«Çünkü üzerlerine çamurdan taşlar atacağız»,
Ki onların üzerine çamurdan taşlar salalım;
مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلۡمُسۡرِفِينَ ٣٤
Rabbin’in nezdinde damgalanmışlar müsrifler için.
Ki; aşırı gidenler için Rabbının katında nişanlanmış.
(32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
«ki (bunların her biri) aşırı hareket edenlere haas olmak üzere Rabbin nezdinde nişanlanmış (dır)».
Rabbinin katında, haddi aşanlar için işaretlenmiş taşlar.
فَأَخۡرَجۡنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ٣٥
Binnetîce orada bulunan mü'minleri çıkardık.
Bunun üzerine orada bulunan mü'minleri çıkardık.
Orada (Lût’un yöresinde) bulunan mü’minleri çıkardık.
Derken orada mü'minlerden kim varsa çıkardık.
Orada mü'minlerden kim varsa çıkardık.
فَمَا وَجَدۡنَا فِيهَا غَيۡرَ بَيۡتٖ مِّنَ ٱلۡمُسۡلِمِينَ ٣٦
Fakat bir haneden başka orada Müslüman da bulmadık.
Zaten orada bir evden başka müslüman bulamadık.
Zaten orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.
Fakat orada müslümanlardan bir ev (halkın) dan başkasını da bulmadık.
Zaten orada bir ev halkından başka müslüman da bulamadık.
وَتَرَكۡنَا فِيهَآ ءَايَةٗ لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ ٱلۡعَذَابَ ٱلۡأَلِيمَ ٣٧
Ve öyle elîm azabdan korkacaklar için orada bir âyet bıraktık.
Elim azabdan korkanlar için orada bir ayet bıraktık.
Orada, elem dolu azaptan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
(Bununla beraber) orada elem verici azâbdan, korkacaklar için, bir alâmet de bırakdık.
Acı azabdan korkanlar için orada bir ibret bıraktık.