بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

فَرَاغَ إِلَىٰٓ أَهْلِهِۦ فَجَآءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ ﴿٢٦

Gizlice ailesinin yanına gitti, semiz bir buzağı getirdi

— Seyyid Kutub

فَقَرَّبَهُۥٓ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ ﴿٢٧

Onu, önlerine yaklaştırdı «Yemez misiniz?» dedi.

— Seyyid Kutub

فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةًۖ قَالُواْ لَا تَخَفْۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٍ ﴿٢٨

Yemediklerini görünce içine bir korku düştü. «Korkma» dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.

— Seyyid Kutub

فَأَقْبَلَتِ ٱمْرَأَتُهُۥ فِى صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ ﴿٢٩

Karısı hayretle çığlık içinde geldi. Yüzünü kapayarak «Ben kısır bir kocakarıyım» dedi.

— Seyyid Kutub

قَالُواْ كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلْحَكِيمُ ٱلْعَلِيمُ ﴿٣٠

Dediler ki: «Rabb'in böyle dedi. O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir.»

— Seyyid Kutub

قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا ٱلْمُرْسَلُونَ ﴿٣١

İbrahim: «O halde işiniz nedir ey elçiler?» dedi.

— Seyyid Kutub

قَالُوٓاْ إِنَّآ أُرْسِلْنَآ إِلَىٰ قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ ﴿٣٢

Dediler ki: «Biz suçlu bir kavme gönderildik.»

— Seyyid Kutub

لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن طِينٍ ﴿٣٣

Ki onların üzerine çamurdan taşlar salalım;

— Seyyid Kutub

مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ ﴿٣٤

Rabbinin katında, haddi aşanlar için işaretlenmiş taşlar.

— Seyyid Kutub

فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٣٥

Orada mü'minlerden kim varsa çıkardık.

— Seyyid Kutub

فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ ٱلْمُسْلِمِينَ ﴿٣٦

Zaten orada bir ev halkından başka müslüman da bulamadık.

— Seyyid Kutub

AYARLAR