بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَفِي ٱلۡأَرۡضِ ءَايَٰتٞ لِّلۡمُوقِنِينَ ٢٠
Arzda da âyetler var iykan ehli için.
Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.
(20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
(Küre-i) arzda kâmil bilgi saahibleri için nice âyetler vardır.
Kesin inanacak insanlar için yeryüzünde nice deliller vardır.
وَفِيٓ أَنفُسِكُمۡۚ أَفَلَا تُبۡصِرُونَ ٢١
Nefislerinizde de, halâ görmiyecekmisiniz.
Kendi nefislerinizde de. Hala görmez misiniz?
(20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
Kendi nefislerinizde dahi (nice âyetler var. Bunları) görmüyor musunuz?
Kendi canlarınızda da nice deliller vardır. Görmüyor musunuz?
وَفِي ٱلسَّمَآءِ رِزۡقُكُمۡ وَمَا تُوعَدُونَ ٢٢
Semâ’da da rızkınız ve o vaadolunduğunuz.
Rızkınız da, size vaadolunan şeyler de semadadır.
Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
Rızkınız ve size va'd olunagelen şeyleri gök (ler) dedir.
Rızkınız da, size va'dedilen azab da göktedir.
فَوَرَبِّ ٱلسَّمَآءِ وَٱلۡأَرۡضِ إِنَّهُۥ لَحَقّٞ مِّثۡلَ مَآ أَنَّكُمۡ تَنطِقُونَ ٢٣
İşte o göğün ve yerin Rabbi’ne kasem ederim ki o şüphesiz haktır sizin nâtık olmanız gibi.
Göğün ve yerin Rabbına andolsun ki; bu, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va’dolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.
İşte o göğün ve yerin Rabbine andolsun ki (va'd olunduğunuz) o (şeyler) tıpkı sizin konuşduğunuz gibi şübhesiz ve kat'î bir gerçekdir.
Göklerin ve yerin Rabb'ine and olsun ki bu vaad, sizin konuşmanız kadar kesin ve gerçektir.
هَلۡ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ضَيۡفِ إِبۡرَٰهِيمَ ٱلۡمُكۡرَمِينَ ٢٤
Geldi mi sana İbrahim’in ikram edilen müsafirlerinin kıssası?
Sana, İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi geldi mi?
(Ey Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
İbrâhîmin (Allah indinde) şerefli müsâfirlerinin haberi sana geldi mi?
İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?
إِذۡ دَخَلُواْ عَلَيۡهِ فَقَالُواْ سَلَٰمٗاۖ قَالَ سَلَٰمٞ قَوۡمٞ مُّنكَرُونَ ٢٥
O vakit ki üzerine girdiler de "Selam sana!" dediler. "Selâm, görülmedik bir kavim" dedi.
Hani onlar, yanına girip; selam sana, demişlerdi de; selam, demişti. Tanınmamış bir zümre.
Hani onlar, İbrahim’in yanına varmışlar ve “Selâm olsun sana!” demişlerdi. O da “Size de selâm olsun.” demiş, “Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler” (diye düşünmüştü).
Hani bunlar, onun yanına girmişlerdi de «Selâm» demişlerdi. (İbrâhîm de) «selâm» demiş (selâm ile mukaabele etmiş), «(Bunlar) tanınmamış bir zümre» demişdi.
Onlar, İbrahim'in yanına girip «Selam sana» demişlerdi, İbrahim de: «Selam size» demişti. İçinden de, onların «tanınmamış bir topluluk» olduklarını geçirmişti.
فَرَاغَ إِلَىٰٓ أَهۡلِهِۦ فَجَآءَ بِعِجۡلٖ سَمِينٖ ٢٦
Hemen bir bahâne ile ehline gitti, bir semiz daha getirdi de.
Hemen ailesine giderek semiz bir buzağı ile gelmiş,
Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.
Hemen (gizlice) ailesine gidib semiz bir dana getirdi de,
Gizlice ailesinin yanına gitti, semiz bir buzağı getirdi
فَقَرَّبَهُۥٓ إِلَيۡهِمۡ قَالَ أَلَا تَأۡكُلُونَ ٢٧
Onu yakınlarına koydu, yemeğe buyurmaz mısınız? Dedi.
Onlara yaklaştırıp; yemez misiniz? demişti.
Onu önlerine koydu. “Yemez misiniz?” dedi.
Bunu onlara yaklaşdırdı. «Yemez misiniz?» dedi.
Onu, önlerine yaklaştırdı «Yemez misiniz?» dedi.
فَأَوۡجَسَ مِنۡهُمۡ خِيفَةٗۖ قَالُواْ لَا تَخَفۡۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٖ ٢٨
O vakit onlardan içine bir korku düştü korkma dediler ve kendisine Alim bir oğlan tebşir ettiler.
Derken onlardan endişeye düşmüştü. Korkma; demişler ve onu bilgin bir oğulla müjdelemişlerdi.
(Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.
Derken içine onlardan gizli bir korku çökdü. «Korkma» dediler ve onu çok bilgin bir oğulla müjdelediler.
Yemediklerini görünce içine bir korku düştü. «Korkma» dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.
فَأَقۡبَلَتِ ٱمۡرَأَتُهُۥ فِي صَرَّةٖ فَصَكَّتۡ وَجۡهَهَا وَقَالَتۡ عَجُوزٌ عَقِيمٞ ٢٩
Bunun üzerine hatunu bir çığlık içinde döndü de elini yüzene çarptı ve akîm bir kocakarı, dedi.
Bunun üzerine zevcesi hayretle seslenerek döndü, yüzünü kapayarak: Kısır bir kocakarı, dedi.
Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. “Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)” dedi.
Bunun üzerine (İbrâhîmin) zevcesi (Sâre) bir feryâd içinde yönelib (elini) yüzüne vurdu. «(Ben) doğurmaz bir koca karı (yım)» dedi.
Karısı hayretle çığlık içinde geldi. Yüzünü kapayarak «Ben kısır bir kocakarıyım» dedi.
قَالُواْ كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡحَكِيمُ ٱلۡعَلِيمُ ٣٠
Dediler: öyle Rabbin buyurdu, şüphesiz Alim O, Hakim O.
Onlar: Bu, böyledir, Rabbın buyurdu. Muhakkak ki O; Hakim, Alim olandır, dediler.
Onlar dediler ki: “Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”
Onlar «öyledir. Fakat (bunu) Rabbin buyurdu. Çünkü O, asıl hukûm ve hikmet saahibi olan, (herşey'i) hakkıyle bilen odur» dediler.
Dediler ki: «Rabb'in böyle dedi. O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir.»