بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
يَوۡمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ ٱمۡتَلَأۡتِ وَتَقُولُ هَلۡ مِن مَّزِيدٖ ٣٠
O gün ki cehenneme doldun mu? diyeceğiz, o, daha ziyade var mı? diyecek.
O gün cehenneme: Doldun mu? deriz. O da: Daha var mı? der.
O gün Cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da, “daha var mı?” der.
O gün cehenneme «Doldun mu?» diyeceğiz. O da «Daha var mı?» diyecek!
O gün cehenneme: «Doldun mu?» deriz. «Daha yok mu?» der.
وَأُزۡلِفَتِ ٱلۡجَنَّةُ لِلۡمُتَّقِينَ غَيۡرَ بَعِيدٍ ٣١
Cennet de müttekilere uzak olmayarak yaklaştırılmış bulunacak.
Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır. Zaten uzakta değildir.
Cennet, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara uzak olmayacak şekilde yaklaştırılacak.
Cennet, takva saahiblerine, uzak olmayarak, yaklaşdırılmışdır.
Cennet Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılır, zaten uzak değildir.
هَٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٖ ٣٢
İşte bu, diye: o sizin vaad olunduğunuz: her bir tevbekâr, vazifesine riayetkâr olan.
İşte size vaadolunan budur. Ki o; daima Allah'a yönelen ve buyruklarına riayet eden,
(32-33) (Onlara şöyle denir:) “İşte bu, size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir. O, her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için, görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan ve O’na yönelmiş bir kalp ile gelen kimseler içindir.”
İşte size va'd olunan; (gördüğünüz şu) cennetdir ki (o, Allahın tâatına) dönen, Onun (hudûd ve ahkâmına) riâyet eden,
İşte size vaadedilen budur. Daima tevbe ile Allah'a dönen, O'nun buyruklarını koruyan.
مَّنۡ خَشِيَ ٱلرَّحۡمَٰنَ بِٱلۡغَيۡبِ وَجَآءَ بِقَلۡبٖ مُّنِيبٍ ٣٣
Gaybde Rahman’a haşyet duyan ve inâbeli bir kalb ile gelen kimselere.
Görmediği halde Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelik bir kalb ile gelenlere.
(32-33) (Onlara şöyle denir:) “İşte bu, size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir. O, her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için, görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan ve O’na yönelmiş bir kalp ile gelen kimseler içindir.”
Çok esirgeyici Allaha (bütün samîmiyyetiyle) gıyabî saygı gösteren, Hakkın tâatına yönelmiş bir kalb ile gelen kimselere haasdır.
Görmediği Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelmiş bir kalble gelen sizlere, hepinize söz verilen yerdir.
ٱدۡخُلُوهَا بِسَلَٰمٖۖ ذَٰلِكَ يَوۡمُ ٱلۡخُلُودِ ٣٤
Girin ona bir selâm ile, bu işte o hulûd günü.
Selemetle girin oraya. İşte bu, ebediyet günüdür.
“Oraya esenlikle girin. İşte bu, ebedîlik günüdür.”
Selâmetle girin oraya, işte bu, ebedîlik günüdür.
Oraya esenlikle girin; işte sonsuzluk günü budur denir.
لَهُم مَّا يَشَآءُونَ فِيهَا وَلَدَيۡنَا مَزِيدٞ ٣٥
Orada onlara ne dilerlerse var, bizim nezdimizde ise ziyade var.
Orada diledikleri onlarındır. Katımızda daha fazlası da var.
Orada kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.
Orada onlar ne dilerlerse var. Nezdimizde daha fazlası var.
Orada istedikleri herşey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.
وَكَمۡ أَهۡلَكۡنَا قَبۡلَهُم مِّن قَرۡنٍ هُمۡ أَشَدُّ مِنۡهُم بَطۡشٗا فَنَقَّبُواْ فِي ٱلۡبِلَٰدِ هَلۡ مِن مَّحِيصٍ ٣٦
Hem önlerinde nice karn helâk ettik, onlar tutumca onlardan daha çetin idiler, beldelerde delik aradılar: var mı bir kaçamak?
Biz; onlardan önce, kendilerinden daha kuvvetli olan ve diyar diyar dolaşan nice nesilleri yok etmişizdir. Kurtuluş var mı?
Biz onlardan önce, kendilerinden daha zorlu nice nesilleri helâk ettik de ülke ülke dolaşıp kaçacak delik aradılar. Kaçacak bir yer mi var?
Biz, bunlardan evvel nice nesilleri helak etdik ki onlar kuvvetçe kendilerinden daha (üstün ve) çetin idiler, (Öyle ki ölümden kurtulmak için) memleketlerde delikler aramışlardı. (Fakat) firara bir (çâre) var mıydı?
Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Gerçekte onlar bunlardan daha güçlü idiler. Buna rağmen ölümden kurtulmak için memlekette delikler aradılar. Kurtuluş var mı?
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَذِكۡرَىٰ لِمَن كَانَ لَهُۥ قَلۡبٌ أَوۡ أَلۡقَى ٱلسَّمۡعَ وَهُوَ شَهِيدٞ ٣٧
Şüphesiz ki bu söylenende kalbi olan yâhud şuhud halinde kulak tutan kimse için uyandıracak bir ihtar vardır.
Muhakkak ki bunda; kalbi olan veya hazır bulunup da kulak veren kimseler için elbette bir öğüt vardır.
Şüphesiz bunda, aklı olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.
Şübhesiz ki bunda aklı olan, yahud, kendisi huzuur (-ı kalb) içinde olarak, kulak veren kimseler için elbette bir öğüd (ve haatıra) vardır.
Doğrusu bunda, kalbi olana veya şahid olarak kulak veren kimse için bir öğüt vardır.
وَلَقَدۡ خَلَقۡنَا ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ وَمَا بَيۡنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٖ وَمَا مَسَّنَا مِن لُّغُوبٖ ٣٨
Şanım hakkiçin biz o gökleri ve yeri ve aralarındakileri altı günde halk ettik, bize bir yorgunluk da dokunmadı.
Andolsun ki; Biz, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattık. Ve Bize hiç bir yorgunluk da dokunmadı.
Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı.
Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri altı günde yaratmışızdır. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmamışdır.
Andolsun Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.
فَٱصۡبِرۡ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحۡ بِحَمۡدِ رَبِّكَ قَبۡلَ طُلُوعِ ٱلشَّمۡسِ وَقَبۡلَ ٱلۡغُرُوبِ ٣٩
O halde onların lâflarına karşı sabret de Rabbine hamd ile tesbih eyle güneş doğmadan evvel ve batmadan evvel.
Ne derlerse sabret sen. Güneşin doğuşundan evvel ve batışından önce Rabbını hamd ile tesbih et.
O hâlde onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ederek tespih et.
(Habîbim) ne derlerse sen (şimdilik) sabret. Rabbini, güneşin doğuşundan evvel ve batışından önce, hamd ile tesbîh (ve tenbîh) et.
Ey Muhammed! Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuş ile batışında önce Rabb'ini hamd ile tesbih et.
وَمِنَ ٱلَّيۡلِ فَسَبِّحۡهُ وَأَدۡبَٰرَ ٱلسُّجُودِ ٤٠
Geceden de tesbih et ona hem de secde arkalarında.
Gecenin bir bölümünde ve secdelerinin ardından da O'nu tesbih et.
Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından da O’nu tespih et.
Gecenin bir cüz'ünde ve secdelerin arkalarında da onu tesbîh et.
Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından O'nu tesbih et.