بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
۞ قَالَ قَرِينُهُۥ رَبَّنَا مَآ أَطۡغَيۡتُهُۥ وَلَٰكِن كَانَ فِي ضَلَٰلِۭ بَعِيدٖ ٢٧
Arkadaşı der: ya Rabbenâ onu ben azdırmadım velâkin kendisi uzak bir dalâl içinde idi.
Onun yakın dostu dedi ki: Rabbımız; onu ben azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı.
Arkadaşı (olan şeytan) der ki: “Ey Rabbimiz! Onu ben azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklık içinde idi.”
Arkadaşı (olan şeytan) «Ey Rabbimiz, onu ben azdırmadım. Fakat o, (zâten hakdan) uzak bir sapıklık içinde idi» dedi (ler),
Yanındaki arkadaşı dedi ki: «Rabb'imiz, ben onu azdırmadım, zaten o kendisi derin bir sapıklık içinde idi.»
قَالَ لَا تَخۡتَصِمُواْ لَدَيَّ وَقَدۡ قَدَّمۡتُ إِلَيۡكُم بِٱلۡوَعِيدِ ٢٨
Buyurur ki: huzurumda çekişmeyin, ben size önceden vaîd göndermiş iken.
Buyurdu ki: Benim katımda çekişmeyin. Size önceden tehdid göndermiştim.
Allah, şöyle der: “Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size önceden yaptım.”
(Allah) buyurdu (buyurur): «Benim huzuurumda çekişmeyin. Ben size önceden tehdîd göndermişdim».
Allah: «Huzurumda çekişmeyin. Ben size daha önce uyarı göndermiştim.»
مَا يُبَدَّلُ ٱلۡقَوۡلُ لَدَيَّ وَمَآ أَنَا۠ بِظَلَّٰمٖ لِّلۡعَبِيدِ ٢٩
Benim indimde söz değiştirilmez ve ben kullara zulümkâr değilim.
Benim katımda söz değiştirilmez. Ve Ben, kullara asla zulmedici değilim.
“Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.”
«Benim yanımda söz değişdirilmez. Ben kullara zulümkâr da değilim».
Benim katımda söz değişmez; Ben kullara asla zulmetmem der.
يَوۡمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ ٱمۡتَلَأۡتِ وَتَقُولُ هَلۡ مِن مَّزِيدٖ ٣٠
O gün ki cehenneme doldun mu? diyeceğiz, o, daha ziyade var mı? diyecek.
O gün cehenneme: Doldun mu? deriz. O da: Daha var mı? der.
O gün Cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da, “daha var mı?” der.
O gün cehenneme «Doldun mu?» diyeceğiz. O da «Daha var mı?» diyecek!
O gün cehenneme: «Doldun mu?» deriz. «Daha yok mu?» der.
وَأُزۡلِفَتِ ٱلۡجَنَّةُ لِلۡمُتَّقِينَ غَيۡرَ بَعِيدٍ ٣١
Cennet de müttekilere uzak olmayarak yaklaştırılmış bulunacak.
Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır. Zaten uzakta değildir.
Cennet, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara uzak olmayacak şekilde yaklaştırılacak.
Cennet, takva saahiblerine, uzak olmayarak, yaklaşdırılmışdır.
Cennet Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılır, zaten uzak değildir.
هَٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٖ ٣٢
İşte bu, diye: o sizin vaad olunduğunuz: her bir tevbekâr, vazifesine riayetkâr olan.
İşte size vaadolunan budur. Ki o; daima Allah'a yönelen ve buyruklarına riayet eden,
(32-33) (Onlara şöyle denir:) “İşte bu, size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir. O, her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için, görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan ve O’na yönelmiş bir kalp ile gelen kimseler içindir.”
İşte size va'd olunan; (gördüğünüz şu) cennetdir ki (o, Allahın tâatına) dönen, Onun (hudûd ve ahkâmına) riâyet eden,
İşte size vaadedilen budur. Daima tevbe ile Allah'a dönen, O'nun buyruklarını koruyan.
مَّنۡ خَشِيَ ٱلرَّحۡمَٰنَ بِٱلۡغَيۡبِ وَجَآءَ بِقَلۡبٖ مُّنِيبٍ ٣٣
Gaybde Rahman’a haşyet duyan ve inâbeli bir kalb ile gelen kimselere.
Görmediği halde Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelik bir kalb ile gelenlere.
(32-33) (Onlara şöyle denir:) “İşte bu, size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir. O, her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için, görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan ve O’na yönelmiş bir kalp ile gelen kimseler içindir.”
Çok esirgeyici Allaha (bütün samîmiyyetiyle) gıyabî saygı gösteren, Hakkın tâatına yönelmiş bir kalb ile gelen kimselere haasdır.
Görmediği Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelmiş bir kalble gelen sizlere, hepinize söz verilen yerdir.
ٱدۡخُلُوهَا بِسَلَٰمٖۖ ذَٰلِكَ يَوۡمُ ٱلۡخُلُودِ ٣٤
Girin ona bir selâm ile, bu işte o hulûd günü.
Selemetle girin oraya. İşte bu, ebediyet günüdür.
“Oraya esenlikle girin. İşte bu, ebedîlik günüdür.”
Selâmetle girin oraya, işte bu, ebedîlik günüdür.
Oraya esenlikle girin; işte sonsuzluk günü budur denir.
لَهُم مَّا يَشَآءُونَ فِيهَا وَلَدَيۡنَا مَزِيدٞ ٣٥
Orada onlara ne dilerlerse var, bizim nezdimizde ise ziyade var.
Orada diledikleri onlarındır. Katımızda daha fazlası da var.
Orada kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.
Orada onlar ne dilerlerse var. Nezdimizde daha fazlası var.
Orada istedikleri herşey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.
وَكَمۡ أَهۡلَكۡنَا قَبۡلَهُم مِّن قَرۡنٍ هُمۡ أَشَدُّ مِنۡهُم بَطۡشٗا فَنَقَّبُواْ فِي ٱلۡبِلَٰدِ هَلۡ مِن مَّحِيصٍ ٣٦
Hem önlerinde nice karn helâk ettik, onlar tutumca onlardan daha çetin idiler, beldelerde delik aradılar: var mı bir kaçamak?
Biz; onlardan önce, kendilerinden daha kuvvetli olan ve diyar diyar dolaşan nice nesilleri yok etmişizdir. Kurtuluş var mı?
Biz onlardan önce, kendilerinden daha zorlu nice nesilleri helâk ettik de ülke ülke dolaşıp kaçacak delik aradılar. Kaçacak bir yer mi var?
Biz, bunlardan evvel nice nesilleri helak etdik ki onlar kuvvetçe kendilerinden daha (üstün ve) çetin idiler, (Öyle ki ölümden kurtulmak için) memleketlerde delikler aramışlardı. (Fakat) firara bir (çâre) var mıydı?
Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Gerçekte onlar bunlardan daha güçlü idiler. Buna rağmen ölümden kurtulmak için memlekette delikler aradılar. Kurtuluş var mı?
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَذِكۡرَىٰ لِمَن كَانَ لَهُۥ قَلۡبٌ أَوۡ أَلۡقَى ٱلسَّمۡعَ وَهُوَ شَهِيدٞ ٣٧
Şüphesiz ki bu söylenende kalbi olan yâhud şuhud halinde kulak tutan kimse için uyandıracak bir ihtar vardır.
Muhakkak ki bunda; kalbi olan veya hazır bulunup da kulak veren kimseler için elbette bir öğüt vardır.
Şüphesiz bunda, aklı olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.
Şübhesiz ki bunda aklı olan, yahud, kendisi huzuur (-ı kalb) içinde olarak, kulak veren kimseler için elbette bir öğüd (ve haatıra) vardır.
Doğrusu bunda, kalbi olana veya şahid olarak kulak veren kimse için bir öğüt vardır.