بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
أَفَعَيِينَا بِٱلۡخَلۡقِ ٱلۡأَوَّلِۚ بَلۡ هُمۡ فِي لَبۡسٖ مِّنۡ خَلۡقٖ جَدِيدٖ ١٥
Ya artık birinci yaradış ile yoruluverdik mi? Doğrusu onlar, yeni bir yaradılıştan iltibastalar.
Ya Biz ilk yaratışta güçsüz mü düştük? Hayır, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler.
İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik ki (yeniden yaratamayalım)? Doğrusu onlar, yeniden yaratılış konusunda şüphe içindedirler.
Ya biz ilk yaratışda aciz mi gösterdik (ki tekrar diriltmekten âciz olalım)? Hayır, onlar bu yeni yaratışdan şüphe içindedirler.
İlk yaratma ile yorulup aciz mi kaldık ki yeniden yaratamayalım? Doğrusu onlar yeniden yaratılmaktan şüphe etmektedirler.
وَلَقَدۡ خَلَقۡنَا ٱلۡإِنسَٰنَ وَنَعۡلَمُ مَا تُوَسۡوِسُ بِهِۦ نَفۡسُهُۥۖ وَنَحۡنُ أَقۡرَبُ إِلَيۡهِ مِنۡ حَبۡلِ ٱلۡوَرِيدِ ١٦
Hem şanıma kasem ederim ki hakikat insanı biz yarattık ve biliriz: nefsi onu ne ile vesveselendirir ve biz ona "habli verîd" den daha yakınızdır.
Andolsun ki; insanı, Biz yarattık ve nefsinin kendisine ne fısıldadığını da biliriz. Biz, ona şah damarından daha yakınız.
Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.
Andolsun, insanı biz yaratdık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekde olduğunu da biliriz. (Çünkü) biz ona şah damarından daha yakınız.
Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz, çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.
إِذۡ يَتَلَقَّى ٱلۡمُتَلَقِّيَانِ عَنِ ٱلۡيَمِينِ وَعَنِ ٱلشِّمَالِ قَعِيدٞ ١٧
İki zabit memuru zabıt tutarlarken: biri sağdan oturmuş biri soldan.
Sağında ve solunda onunla beraber oturup amellerini tesbit eden iki de tesbit edici vardır.
Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir.
Hatırla ki (insanın) hem sağında, hem solunda oturan, onun amellerini tesbît etmekde olan iki de (melek) vardır.
Çünkü onun sağında ve solunda oturan, her davranışı yakalayıp tesbit eden iki melek vardır.
مَّا يَلۡفِظُ مِن قَوۡلٍ إِلَّا لَدَيۡهِ رَقِيبٌ عَتِيدٞ ١٨
Her ne söz atarsa mutlak yanında hâzır bir gözcü vardır.
O, bir söz atmaya dursun; mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır.
İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.
O, bir söz atmaya dursun, mutlak yanında haazır bir gözcü vardır.
İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetliyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın.
وَجَآءَتۡ سَكۡرَةُ ٱلۡمَوۡتِ بِٱلۡحَقِّۖ ذَٰلِكَ مَا كُنتَ مِنۡهُ تَحِيدُ ١٩
Ve ölüm sekeratı hakk ile geldikte: işte diye: o senin kaçıp durduğun.
Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. İşte bu; senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir.
Ölüm sarhoşluğu bir hakikat olarak insana gelir de ona, “İşte bu, senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir” denir.
(Bir gün bakarsın ki) ölüm baygınlığı, gerçek olarak gelmiş. «İşte bu, senin kaçıb durduğun şey» (denilmiş) dir.
Ölüm sarhoşluğu bir gün Hakk'ı getirir de «İşte ey insan bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir» denir.
وَنُفِخَ فِي ٱلصُّورِۚ ذَٰلِكَ يَوۡمُ ٱلۡوَعِيدِ ٢٠
Ve Sur üfürüldükte: ki işte o vaîd günüdür.
Sur'a üfürülmüştür. İşte bu; geleceği vaadedilen gündür.
(İnsanlar öldükten sonra tekrar dirilmeleri için) Sûr’a üfürülecek. İşte bu, tehdidin gerçekleşeceği gündür.
Suur'a da üfürülmüşdür. İşte bu, tehdîdin (tehakkuk etmiş) günüdür.
Sur'a üfürülür. İşte bu geleceği söz verilen gündür.
وَجَآءَتۡ كُلُّ نَفۡسٖ مَّعَهَا سَآئِقٞ وَشَهِيدٞ ٢١
Ve her nefis gelmiştir: beraberinde bir sevk memuru ve bir şâhid vardır.
Her nefis, yanında bir sürücü ve şahidle gelir.
Herkes beraberinde bir sevk edici, bir de şahitlik edici (melek) ile gelir.
(O gün) herkes, beraberinde sürücü ve şâhid (iki melek) bulunduğu halde, (mahşere) gelmişdir.
Her can, yanında bir sürücü ve bir şahidle gelir.
لَّقَدۡ كُنتَ فِي غَفۡلَةٖ مِّنۡ هَٰذَا فَكَشَفۡنَا عَنكَ غِطَآءَكَ فَبَصَرُكَ ٱلۡيَوۡمَ حَدِيدٞ ٢٢
Celâlim Hakkı için (denir) sen bundan bir gaflette idin: şimdi senden perdeni açtık, artık bu gün gözün keskindir.
Andolsun ki; sen, bundan gaflette idin. İşte senin perdeni kaldırdık. Bugün artık görüşün keskindir.
(Ona) “Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir” (denir.)
Andolsun ki sen (dünyâda) bundan gafletde idin. İşte senden perdeni kaldırıb açdık. Bugün gözün (ne kadar) keskindir!
Ona: «Andolsun ki, sen, bundan gafilsin; işte senden gaflet perdesini kaldırdık, bugün artık görüşün keskindir» denir.
وَقَالَ قَرِينُهُۥ هَٰذَا مَا لَدَيَّ عَتِيدٌ ٢٣
Ve karîni demiştir: işte bu yanımdaki hâzır.
Ona yakın olan dedi ki: İşte yanımda hazır olan şey.
Beraberindeki (melek) şöyle der: “İşte bu yanımdaki hazır.”
Onun yoldaşı olan (melek) dedi (der) ki: «İşte yanımda (yazılı) olan şey karşındadır».
Yanındaki arkadaşı: «İşte yanımdaki hazır» dedi.
أَلۡقِيَا فِي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٖ ٢٤
(Buyurulur:) atın atın cehenneme her nankör anud, hayra engel, haşarı işkilci kâfiri.
Siz ikiniz, atın cehenneme; her inatçı kafiri;
(24-25) (Allah, şöyle der:) “Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan şüpheci her kâfiri!”
(24-25) (Ey iki melek, hakka karşı) alabildiğine inâdeden, hayra bütün hızıyle engel olan, zaalim, şübheci her nankörü atın cehenneme!
Allah: «Haydi ikiniz, atın cehenneme her inatçı nankörü.»
مَّنَّاعٖ لِّلۡخَيۡرِ مُعۡتَدٖ مُّرِيبٍ ٢٥
(Buyurulur:) atın atın cehenneme her nankör anud, hayra engel, haşarı işkilci kâfiri.
Hayra bütün hızıyla engel olan azgın şüpheciyi.
(24-25) (Allah, şöyle der:) “Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan şüpheci her kâfiri!”
(24-25) (Ey iki melek, hakka karşı) alabildiğine inâdeden, hayra bütün hızıyle engel olan, zaalim, şübheci her nankörü atın cehenneme!
Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi.