بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
مَا خَلَقۡنَٰهُمَآ إِلَّا بِٱلۡحَقِّ وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَهُمۡ لَا يَعۡلَمُونَ ٣٩
İkisini de ancak hak sebebiyle yarattık ve lâkin pek çokları bilmezler.
Biz; onları, ancak hak ile yarattık. Ne var ki onların çoğu, bilmezler.
Biz onları ancak hak ve hikmete uygun olarak yarattık. Ama onların çoğu bilmiyorlar.
Biz bunları hakkın ikaamesine sebeb olmakdan başka (bir hikmetle) yaratmadık. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
Onları sadece hak ilkesine dayalı olarak yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
إِنَّ يَوۡمَ ٱلۡفَصۡلِ مِيقَٰتُهُمۡ أَجۡمَعِينَ ٤٠
Haberiniz olsun ki o fasıl günü hepinizin mikatıdır.
Muhakkak ki ayırdetme günü, hepsinin bir arada bulunacağı vakittir.
Şüphesiz, hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı zamandır.
Şübhe yok ki o ayırd etme günü onların, topunun (va'd ve ta'yîn edilmiş) yakıtlarıdır.
Hüküm günü, hepsinin buluşacağı gündür.
يَوۡمَ لَا يُغۡنِي مَوۡلًى عَن مَّوۡلٗى شَيۡـٔٗا وَلَا هُمۡ يُنصَرُونَ ٤١
O gün ki yar yardan bir şey defedemez ve bir taraftan yardım da olunmazlar.
O gün; dostun dosta hiç bir yardımı olmaz, yardım da görmezler.
O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Kendilerine yardım da edilmez.
O gün yâr bile yârine, hiçbir şeyle, fâide vermez. Onlara (başka suretle) yardım da edilmez.
O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, yardım da görmezler.
إِلَّا مَن رَّحِمَ ٱللَّهُۚ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ٤٢
Ancak Allah’ın rahmetiyle yarlıgadığı başka, çünkü o öyle Aziz öyle Rahimdir.
Ancak Allah'ın merhamet ettiği müstesna. Muhakkak ki O; Aziz, Rahim olanın kendisidir.
Yalnız, Allah’ın yardım ettiği kimseler bunların dışındadır. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, çok merhamet edendir.
Allahın esirgediği kimseler böyle değil. Çünkü O, bizzat kâfirlerden intikaam almıya hakkıyle kaadir, (mü'minleri) çok esirgeyicidir.
Yalnız Allah'ın merhamet ettiği bunun dışındadır. Şüphesiz Allah, üstündür, esirgeyendir.
إِنَّ شَجَرَتَ ٱلزَّقُّومِ ٤٣
Şüphesiz o zakkum ağacı.
Doğrusu zakkum ağacı;
(43-44) Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.
Şübhesiz o zakkum ağacı,
Zakkum ağacı.
طَعَامُ ٱلۡأَثِيمِ ٤٤
Çok vebal yüklenenin yemeğidir.
Günahkarların yiyeceğidir.
(43-44) Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.
günaha düşkün olanın yemeğidir.
Günahkarların yemeğidir.
كَٱلۡمُهۡلِ يَغۡلِي فِي ٱلۡبُطُونِ ٤٥
Pota gibi karınlarında kaynar.
Erimiş maden gibidir. Karınlarında kaynar,
(45-46) O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.
(45-46) (O), sıcak suyun kaynadığı gibi karınlar içinde kaynayacak erimiş ma'den (ler) gibidir.
Tıpkı erimiş madenler gibi karınlarında kaynar.
كَغَلۡيِ ٱلۡحَمِيمِ ٤٦
Hamîm kaynar gibi.
Suyun kaynaması gibi.
(45-46) O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.
(45-46) (O), sıcak suyun kaynadığı gibi karınlar içinde kaynayacak erimiş ma'den (ler) gibidir.
Sıcak suyun kaynaması gibi.
خُذُوهُ فَٱعۡتِلُوهُ إِلَىٰ سَوَآءِ ٱلۡجَحِيمِ ٤٧
Tutun onu da yaka paça doğru cehennemin ortasına sürükleyin.
Yakalayın onu, cehennemin ortasına sürükleyin.
(Allah, görevli meleklere şöyle der:) “Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin.”
(Zebanilere:) «Tutun onu da, (denilir), sürükleyerek cehennemin ta ortasına götürün».
Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin.
ثُمَّ صُبُّواْ فَوۡقَ رَأۡسِهِۦ مِنۡ عَذَابِ ٱلۡحَمِيمِ ٤٨
Sonra da başının üstüne hamîm azâbından dökün.
Sonra azab olarak başına kaynar su dökün.
“Sonra başının üstüne kaynar su azabından dökün.”
«Sonra tepesinin üstüne o kaynar su azabından dökün».
Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün.
ذُقۡ إِنَّكَ أَنتَ ٱلۡعَزِيزُ ٱلۡكَرِيمُ ٤٩
Tat bakalım deyin: çünkü sen azîzdin, kerîmdin.
Tad bakalım; hani güçlü olan, değerli olan yalnız sendin?
(Deyin ki:) “Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, şerefliydin!?”
Tat (o azâbı). Çünkü sen, (evet iddiânca) sen çok ulu, çok şerefli idin»!
Tad bakalım, hani şerefli olan, üstün olan yalnız sendin?