بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَٱتۡرُكِ ٱلۡبَحۡرَ رَهۡوًاۖ إِنَّهُمۡ جُندٞ مُّغۡرَقُونَ ٢٤
Ve denizi açık bırak, çünkü onlar ordu halinde gelip gark olunacaklar.
Denizi sakin iken geride bırak. Doğrusu onlar, suda boğulacak bir ordudur.
“Denizi açık hâlde bırak.” Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
«Denizi (sen ve ashaabın selâmetle geçdikden sonra) durgun ve açık bırak. Çünkü onlar boğul (mıya mahkûm ol) muş bir ordudur».
Denizi yarıp toplumunu geçirdikten sonra olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
كَمۡ تَرَكُواْ مِن جَنَّٰتٖ وَعُيُونٖ ٢٥
Neler terketmişlerdi: ne cennetler, ne kerîm makam.
Onlar, nice nice bağları, pınarları bırakmışlardı.
Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar.
(25-26-27) Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden (süslü mahfellerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naıym ile yaşadıkları ihtişam (lar) dan neler, (nice şeyler) bırakdılar.
Onlar geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler, çeşmeler.
وَزُرُوعٖ وَمَقَامٖ كَرِيمٖ ٢٦
Ne kaynaklar, ne çiftlikler.
Ekinleri, muhteşem konakları da.
Nice ekinler, nice güzel konaklar!
(25-26-27) Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden (süslü mahfellerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naıym ile yaşadıkları ihtişam (lar) dan neler, (nice şeyler) bırakdılar.
Ekinler, güzel makamlar!
وَنَعۡمَةٖ كَانُواْ فِيهَا فَٰكِهِينَ ٢٧
Ve içinde zevk sürdükleri ne nimet ve refah.
Zevk ve safa sürdükleri nimetleri de.
Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!
(25-26-27) Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden (süslü mahfellerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naıym ile yaşadıkları ihtişam (lar) dan neler, (nice şeyler) bırakdılar.
Ve zevkü sefa sürecekleri nice nimetler!
كَذَٰلِكَۖ وَأَوۡرَثۡنَٰهَا قَوۡمًا ءَاخَرِينَ ٢٨
Evet öyle ve hep onları başka bir kavme miras kıldık.
İşte böyle. Onlara başka kavimleri mirasçı kıldık.
İşte böyle! Onları başka bir topluma miras bıraktık.
İşte (emir) böyledir. Biz (bütün) bunları başka başka kavmler) e mîras verdik.
İşte böyle oldu ve biz onları başka bir topluma miras verdik.
فَمَا بَكَتۡ عَلَيۡهِمُ ٱلسَّمَآءُ وَٱلۡأَرۡضُ وَمَا كَانُواْ مُنظَرِينَ ٢٩
Binnetice ne gök ağladı üzerlerine ne yer ne de imhal olundular.
Gök ve yer onların helakine ağlamadı. Ve onlar, mühlet verilenler de olmadı.
Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.
Ne gök, ne yer onların üstüne ağlamadı. Onlara (aman ve) mühlet verilmedi.
Onlara gök ve yer ağlamadı ve kendilerine mühlet de verilmedi.
وَلَقَدۡ نَجَّيۡنَا بَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ مِنَ ٱلۡعَذَابِ ٱلۡمُهِينِ ٣٠
Celâlim Hakk’ı için, Ben-î İsraîl’i kurtarmıştık: o ihanetli azâbdan.
Andolsun ki; İsrailoğullarını horlayıcı azabdan kurtardık,
(30-31) Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.
(30-31) Andolsun ki biz İsrâîl oğullarını o zillet verici azâbdan, Fir'avndan kurtardık. Hakıykat o, haddi aşanlardan bir mütekebbirdi.
Andolsun biz, İsrailoğullarını o küçültücü azaptan kurtardık
مِن فِرۡعَوۡنَۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَالِيٗا مِّنَ ٱلۡمُسۡرِفِينَ ٣١
Firavun’dan, çünkü o üstün müsriflerden idi.
Firavun'dan. Doğrusu o, azgın bir zorba idi.
(30-31) Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.
(30-31) Andolsun ki biz İsrâîl oğullarını o zillet verici azâbdan, Fir'avndan kurtardık. Hakıykat o, haddi aşanlardan bir mütekebbirdi.
Yani Firavun'dan. Çünkü o haddi aşanlardan bir zorba idi.
وَلَقَدِ ٱخۡتَرۡنَٰهُمۡ عَلَىٰ عِلۡمٍ عَلَى ٱلۡعَٰلَمِينَ ٣٢
Ve şanım hakkı için: biz onları bir ilim üzere âlemîne karşı ihtiyar eylemiştik.
Ve andolsun ki; Biz, onları bile bile alemler üzerinde seçkin kıldık.
Andolsun, onları, bir bilgi üzerine (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.
Andolsun ki biz onlara — (hallerini) bilerek — (zamanlarındaki) âlemlerin üstünde bir imtiyaz vermişdik.
Andolsun biz, İsrailoğullarını, bir bilgiye göre alemlere üstün kıldık.
وَءَاتَيۡنَٰهُم مِّنَ ٱلۡأٓيَٰتِ مَا فِيهِ بَلَٰٓؤٞاْ مُّبِينٌ ٣٣
Ve onlara âyetlerden öylesini vermiştik ki onda açık bir nimet ile imtihan vardı.
Onlara ayetlerden öylelerini verdik ki; her birinde açıkça bir imtihan vardı.
Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan mûcizeler verdik.
Bir de onlara âyetlerden, her birinde açık birer imtihan (gizlenmiş) bulunan, şeyler verdik.
Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan ayetler verdik.
إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ لَيَقُولُونَ ٣٤
Fakat şu berikiler diyorlar ki:
Bunlar gerçekten derler ki:
(34-35) Bunlar (müşrikler) diyorlar ki: “İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz.”
(34-35) Hakıykat, şunlar mutlakaa: «O (ölüm), derler, ilk ölümümüzden başka (bir şey) değildir. Biz yeniden diriltilib kaldırılacak değiliz».
Bu inkarcılar da diyorlar ki: