بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَإِن لَّمۡ تُؤۡمِنُواْ لِي فَٱعۡتَزِلُونِ ٢١
Onun için eğer bana iman etmezseniz bari benden çekilin.
Eğer bana inanmazsanız; benden uzaklaşıp gidin.
“Bana inanmadınızsa benden uzak durun.”
«Eğer bana îman etmezseniz (bari) benden uzaklaşıb çekilin» (demişdi).
Eğer bana inanmadınızsa bari yolumdan çekilin.
فَدَعَا رَبَّهُۥٓ أَنَّ هَٰٓؤُلَآءِ قَوۡمٞ مُّجۡرِمُونَ ٢٢
Sonra Rabb’ine duâ etti: bak bunlar mücrim bir kavim dedi.
Bunlar, suçlu bir kavimdir, diyerek Rabbına dua etti.
Sonra Mûsâ, Rabbine, “Bunlar günahkâr bir toplumdur” diye seslendi.
Nihayet Rabbine «Bunlar hakıykat günahkârlar güruhudur» diye düâ etdi.
Sonra Musa: «Bunlar, suç işleyen bir toplum» diye Rabbine dua etti.
فَأَسۡرِ بِعِبَادِي لَيۡلًا إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ ٢٣
Hemen; buyurdu; kullarımı geceleyin yürüt, çünkü siz takip olunacaksınız.
Öyleyse kullarımı geceleyin yürüt, siz muhakkak takip olunacaksınız.
Allah da şöyle dedi: “O hâlde kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz.”
(Cenâb-ı Hak da) «Öyleyse kullarımı geceleyin götür. (Fakat) muhakkak siz ta'kib olunacaksınız» (buyurdu).
Allah da şöyle buyurdu: «Kullarımı geceleyin yola çıkar; şüphesiz takip olunacaksınız.»
وَٱتۡرُكِ ٱلۡبَحۡرَ رَهۡوًاۖ إِنَّهُمۡ جُندٞ مُّغۡرَقُونَ ٢٤
Ve denizi açık bırak, çünkü onlar ordu halinde gelip gark olunacaklar.
Denizi sakin iken geride bırak. Doğrusu onlar, suda boğulacak bir ordudur.
“Denizi açık hâlde bırak.” Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
«Denizi (sen ve ashaabın selâmetle geçdikden sonra) durgun ve açık bırak. Çünkü onlar boğul (mıya mahkûm ol) muş bir ordudur».
Denizi yarıp toplumunu geçirdikten sonra olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
كَمۡ تَرَكُواْ مِن جَنَّٰتٖ وَعُيُونٖ ٢٥
Neler terketmişlerdi: ne cennetler, ne kerîm makam.
Onlar, nice nice bağları, pınarları bırakmışlardı.
Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar.
(25-26-27) Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden (süslü mahfellerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naıym ile yaşadıkları ihtişam (lar) dan neler, (nice şeyler) bırakdılar.
Onlar geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler, çeşmeler.
وَزُرُوعٖ وَمَقَامٖ كَرِيمٖ ٢٦
Ne kaynaklar, ne çiftlikler.
Ekinleri, muhteşem konakları da.
Nice ekinler, nice güzel konaklar!
(25-26-27) Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden (süslü mahfellerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naıym ile yaşadıkları ihtişam (lar) dan neler, (nice şeyler) bırakdılar.
Ekinler, güzel makamlar!
وَنَعۡمَةٖ كَانُواْ فِيهَا فَٰكِهِينَ ٢٧
Ve içinde zevk sürdükleri ne nimet ve refah.
Zevk ve safa sürdükleri nimetleri de.
Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!
(25-26-27) Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden (süslü mahfellerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naıym ile yaşadıkları ihtişam (lar) dan neler, (nice şeyler) bırakdılar.
Ve zevkü sefa sürecekleri nice nimetler!
كَذَٰلِكَۖ وَأَوۡرَثۡنَٰهَا قَوۡمًا ءَاخَرِينَ ٢٨
Evet öyle ve hep onları başka bir kavme miras kıldık.
İşte böyle. Onlara başka kavimleri mirasçı kıldık.
İşte böyle! Onları başka bir topluma miras bıraktık.
İşte (emir) böyledir. Biz (bütün) bunları başka başka kavmler) e mîras verdik.
İşte böyle oldu ve biz onları başka bir topluma miras verdik.
فَمَا بَكَتۡ عَلَيۡهِمُ ٱلسَّمَآءُ وَٱلۡأَرۡضُ وَمَا كَانُواْ مُنظَرِينَ ٢٩
Binnetice ne gök ağladı üzerlerine ne yer ne de imhal olundular.
Gök ve yer onların helakine ağlamadı. Ve onlar, mühlet verilenler de olmadı.
Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.
Ne gök, ne yer onların üstüne ağlamadı. Onlara (aman ve) mühlet verilmedi.
Onlara gök ve yer ağlamadı ve kendilerine mühlet de verilmedi.
وَلَقَدۡ نَجَّيۡنَا بَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ مِنَ ٱلۡعَذَابِ ٱلۡمُهِينِ ٣٠
Celâlim Hakk’ı için, Ben-î İsraîl’i kurtarmıştık: o ihanetli azâbdan.
Andolsun ki; İsrailoğullarını horlayıcı azabdan kurtardık,
(30-31) Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.
(30-31) Andolsun ki biz İsrâîl oğullarını o zillet verici azâbdan, Fir'avndan kurtardık. Hakıykat o, haddi aşanlardan bir mütekebbirdi.
Andolsun biz, İsrailoğullarını o küçültücü azaptan kurtardık
مِن فِرۡعَوۡنَۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَالِيٗا مِّنَ ٱلۡمُسۡرِفِينَ ٣١
Firavun’dan, çünkü o üstün müsriflerden idi.
Firavun'dan. Doğrusu o, azgın bir zorba idi.
(30-31) Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.
(30-31) Andolsun ki biz İsrâîl oğullarını o zillet verici azâbdan, Fir'avndan kurtardık. Hakıykat o, haddi aşanlardan bir mütekebbirdi.
Yani Firavun'dan. Çünkü o haddi aşanlardan bir zorba idi.