بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
۞ وَلَقَدۡ فَتَنَّا قَبۡلَهُمۡ قَوۡمَ فِرۡعَوۡنَ وَجَآءَهُمۡ رَسُولٞ كَرِيمٌ ١٧
Celâlim Hakk’ı için onlardan evvel Firavun’un kavmini fitneye düşürdük, onlara da kerîm bir Resul gelmişti.
Andolsun ki; onlardan önce Firavun kavmini de denemiştik ve onlara kerim bir peygamber gelmişti.
Andolsun, onlardan önce Firavun kavmini sınamıştık. Onlara değerli bir peygamber (Mûsâ) gelmişti.
Andolsun ki biz bunlardan evvel Fir'avn kavmini de imtihan etdik. Onlara da çok şerefli bir peygamber gelmişdi,
Andolsun, onlardan önce Firavun toplumuna da imkanlar vererek sınamıştık. Onlara saygın bir peygamber gelmişti.
أَنۡ أَدُّوٓاْ إِلَيَّ عِبَادَ ٱللَّهِۖ إِنِّي لَكُمۡ رَسُولٌ أَمِينٞ ١٨
Şöyle diye: Allah’ın kullarını bana teslim edin, çünkü ben size emîn bir Resul’üm.
Allah'ın kullarını bana teslim edin. Doğrusu ben, size gönderilmiş emin bir peygamberim.
O, şöyle demişti: “Allah’ın kullarını (esaret altındaki İsrailoğullarını) bana teslim edin. Çünkü ben güvenilir bir peygamberim.”
«Bana Allahın kullarını teslîm edin. Çünkü ben size (gönderilmiş) emîn bir peygamberim» diye.
Ey Allah'ın kulları! Bana gelin, doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
وَأَن لَّا تَعۡلُواْ عَلَى ٱللَّهِۖ إِنِّيٓ ءَاتِيكُم بِسُلۡطَٰنٖ مُّبِينٖ ١٩
Ve Allah’a karşı baş kaldırmayın, çünkü ben size açık bir bürhan ile geliyorum.
Allah'a karşı yücelik taslamayın. Doğrusu ben, size açık bir burhan getirdim.
“Allah’a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil (mucize) getiriyorum.”
«Ve Allaha karşı yücelik taslamayın. Zira ben size apaçık bir bürhan getiriyorum» diye (söylemişdi).
Allah'a karşı büyüklük taslamayın. Ben size apaçık bir delil getiriyorum.
وَإِنِّي عُذۡتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُمۡ أَن تَرۡجُمُونِ ٢٠
Ve haberiniz olsun ki ben sizin beni recminizden Rabbim ve Rabb’inize sığınmışımdır.
Beni taşlamanızdan ötürü; benim de Rabbım, sizin de Rabbınız olana sığındım.
“Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığındım.”
«Şübhesiz ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz (olan Allah) a sığındım».
Ben, beni taşlayıp öldürmenizden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.
وَإِن لَّمۡ تُؤۡمِنُواْ لِي فَٱعۡتَزِلُونِ ٢١
Onun için eğer bana iman etmezseniz bari benden çekilin.
Eğer bana inanmazsanız; benden uzaklaşıp gidin.
“Bana inanmadınızsa benden uzak durun.”
«Eğer bana îman etmezseniz (bari) benden uzaklaşıb çekilin» (demişdi).
Eğer bana inanmadınızsa bari yolumdan çekilin.
فَدَعَا رَبَّهُۥٓ أَنَّ هَٰٓؤُلَآءِ قَوۡمٞ مُّجۡرِمُونَ ٢٢
Sonra Rabb’ine duâ etti: bak bunlar mücrim bir kavim dedi.
Bunlar, suçlu bir kavimdir, diyerek Rabbına dua etti.
Sonra Mûsâ, Rabbine, “Bunlar günahkâr bir toplumdur” diye seslendi.
Nihayet Rabbine «Bunlar hakıykat günahkârlar güruhudur» diye düâ etdi.
Sonra Musa: «Bunlar, suç işleyen bir toplum» diye Rabbine dua etti.
فَأَسۡرِ بِعِبَادِي لَيۡلًا إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ ٢٣
Hemen; buyurdu; kullarımı geceleyin yürüt, çünkü siz takip olunacaksınız.
Öyleyse kullarımı geceleyin yürüt, siz muhakkak takip olunacaksınız.
Allah da şöyle dedi: “O hâlde kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz.”
(Cenâb-ı Hak da) «Öyleyse kullarımı geceleyin götür. (Fakat) muhakkak siz ta'kib olunacaksınız» (buyurdu).
Allah da şöyle buyurdu: «Kullarımı geceleyin yola çıkar; şüphesiz takip olunacaksınız.»
وَٱتۡرُكِ ٱلۡبَحۡرَ رَهۡوًاۖ إِنَّهُمۡ جُندٞ مُّغۡرَقُونَ ٢٤
Ve denizi açık bırak, çünkü onlar ordu halinde gelip gark olunacaklar.
Denizi sakin iken geride bırak. Doğrusu onlar, suda boğulacak bir ordudur.
“Denizi açık hâlde bırak.” Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
«Denizi (sen ve ashaabın selâmetle geçdikden sonra) durgun ve açık bırak. Çünkü onlar boğul (mıya mahkûm ol) muş bir ordudur».
Denizi yarıp toplumunu geçirdikten sonra olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
كَمۡ تَرَكُواْ مِن جَنَّٰتٖ وَعُيُونٖ ٢٥
Neler terketmişlerdi: ne cennetler, ne kerîm makam.
Onlar, nice nice bağları, pınarları bırakmışlardı.
Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar.
(25-26-27) Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden (süslü mahfellerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naıym ile yaşadıkları ihtişam (lar) dan neler, (nice şeyler) bırakdılar.
Onlar geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler, çeşmeler.
وَزُرُوعٖ وَمَقَامٖ كَرِيمٖ ٢٦
Ne kaynaklar, ne çiftlikler.
Ekinleri, muhteşem konakları da.
Nice ekinler, nice güzel konaklar!
(25-26-27) Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden (süslü mahfellerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naıym ile yaşadıkları ihtişam (lar) dan neler, (nice şeyler) bırakdılar.
Ekinler, güzel makamlar!
وَنَعۡمَةٖ كَانُواْ فِيهَا فَٰكِهِينَ ٢٧
Ve içinde zevk sürdükleri ne nimet ve refah.
Zevk ve safa sürdükleri nimetleri de.
Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!
(25-26-27) Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden (süslü mahfellerden, güzel konaklardan, içinde nâz ve naıym ile yaşadıkları ihtişam (lar) dan neler, (nice şeyler) bırakdılar.
Ve zevkü sefa sürecekleri nice nimetler!