بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ

إِنَّ ٱلَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِىٓ ءَايَٰتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَآۗ أَفَمَن يُلْقَىٰ فِى ٱلنَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِىٓ ءَامِنًا يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِۚ ٱعْمَلُواْ مَا شِئْتُمْۖ إِنَّهُۥ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ٤٠

Âyetlerimiz’de ilhada sapan sapgınlar elbette bize gizli kalmazlar o halde ateşe atılanmı hayırlıdır yoksa kıyamet günü emniyyet içinde gelecek olan mı? Düşünün de istediğinizi yapın, çünkü o her ne yaparsanız görür.

– Elmalılı Hamdi Yazır

Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar, bize gizli değillerdir. Ateşe atılan mı, yoksa kıyamet günü güven içinde olan mı daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Doğrusu O; yaptıklarınızı görendir.

– İbni Kesir

Âyetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.

– Diyanet İşleri

Bizim âyetlerimiz hakkında sapkınlık edenler şübhesiz bize gizli kalmazlar. O halde ateşin içine atılacak olan kimse mi hayırlıdır, yoksa kıyamet günü korkusuzca gelecek olan kişi mi? Siz dilediğinizi yapın. Çünkü O, ne yaparsanız hakkıyle görendir.

– Hasan Basri Çantay

Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmazlar. O halde ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın, O, yaptıklarınızı görmektedir.

– Seyyid Kutub

إِنَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ بِٱلذِّكْرِ لَمَّا جَآءَهُمْۖ وَإِنَّهُۥ لَكِتَٰبٌ عَزِيزٌ ٤١

Onlar: o zikir kendilerine geldiği vakit ona körlük eden mülhidler, halbuki o misli bulunmaz Aziz bir kitap.

– Elmalılı Hamdi Yazır

Kendilerine zikir gelince; onlar onu inkar etmişlerdir. Halbuki o, aziz bir kitabdır.

– İbni Kesir

Kur’an kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o, çok değerli ve sağlam bir kitaptır.

– Diyanet İşleri

(Âyetlerimiz hakkında sapıklığa düşenler) o zikre (Kur'ana) — o, kendilerine gelince — küfredenler (dir ki işte bunlar şübhesiz bize gizli kalmazlar). Halbuki o, cidden sarp bir kitabdır.

– Hasan Basri Çantay

Kendilerine gelen Kur'ân'ı inkar ettiler. Halbuki o yüce bir Kitab'dır.

– Seyyid Kutub

لَّا يَأْتِيهِ ٱلْبَٰطِلُ مِنۢ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِۦۖ تَنزِيلٌ مِّنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ ٤٢

Ona ne önünden ne ardından bâtıl yaklaşamaz, bütün kâinatın öğdüğü hamîd bir hakîmden indirilme bir tenzil.

– Elmalılı Hamdi Yazır

Önünden de, ardından da batıl sokulamaz. O, Hakim, Hamid katından indirilmedir.

– İbni Kesir

Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.

– Diyanet İşleri

Ki ne önünden, ne ardından ona hiçbir baatıl (yanaşıb) gelemez. (O), bütün kâinatın hamdetdiği, O yegâne hukûm ve hikmet saahibi (Allah) dan indirilmedir.

– Hasan Basri Çantay

Geçmişte ve gelecekte ona batıl karışmaz. Her yaptığını bir hikmete göre yapan ve övülmeye layık Allah katından indirilmiştir.

– Seyyid Kutub

مَّا يُقَالُ لَكَ إِلَّا مَا قَدْ قِيلَ لِلرُّسُلِ مِن قَبْلِكَۚ إِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ أَلِيمٍ ٤٣

Sana senden evvelki Resuller’e denilenden başka bir şey denilmiyor ve şüphe yok ki Rabbin hem bir mağrifet sahibidir hem de elîm bir ıkab.

– Elmalılı Hamdi Yazır

Senin için söylenenler, mutlaka senden önceki peygamberler için de söylenmiştir. Elbette ki Rabbın; hem mağfiret sahibidir, hem de elim bir azab sahibidir.

– İbni Kesir

Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.

– Diyanet İşleri

(Habîbim) sana, senden evvelki peygamberlere de söylenmiş olandan başka bir şey söylenmiyor. Şübhe yok ki senin Rabbin hem mutlak mağfiret saahibidir, hem çok elem verici azâb saahibi.

– Hasan Basri Çantay

Ey Muhammed! Sana söylenen, senden önceki elçilere söylenmiş olandan başka birşey değildir. Senin Rabb'in hem bağışlama sahibi, hem de acı azap sahibidir.

– Seyyid Kutub

وَلَوْ جَعَلْنَٰهُ قُرْءَانًا أَعْجَمِيًّا لَّقَالُواْ لَوْلَا فُصِّلَتْ ءَايَٰتُهُۥٓۖ ءَا۬عْجَمِىٌّ وَعَرَبِىٌّۗ قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ ءَامَنُواْ هُدًى وَشِفَآءٌۖ وَٱلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِىٓ ءَاذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۚ أُوْلَٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِن مَّكَانٍۭ بَعِيدٍ ٤٤

Ve eğer biz onu acemî bir Kur'an yapa idik diyecekler idiki: âyetleri tafsıyl edilseydi ya! Arap’a Acemce mi? de ki: o, iman edenler için hidayet ve şifadır, iman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o onlara karşı körlüktür, onlara uzak bir mekândan haykırılır.

– Elmalılı Hamdi Yazır

Biz; onu yabancı bir dil ile ortaya koysaydık diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı olarak açıklamalı değil miydi? Hem yabancı, hem da Arab'a mı hitab etmektedir? De ki: İman edenler için hidayet ve şifadır. İman etmemiş olanların kulaklarında ise bir ağırlık vardır ve bu, onlara kapalıdır. Sanki onlara uzak bir mesafeden sesleniyorlar da anlamıyorlar.

– İbni Kesir

Eğer biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık onlar mutlaka, “Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?” derlerdi. De ki: “O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).”

– Diyanet İşleri

Eğer biz onu yabancı (dilden) bir Kur'an yapsaydık muhakkak ki «Ayetleri açıklanmalı değil miydi Araba mensub (bir muhaataba), Arabca olmayan (bir Kur'an) mı? diyeceklerdi. (Onlara) söyle: «O (Kur'an) îman edenler için (mahz-ı) hidâyet ve şifâdır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır. O (Kur'an) bunlara karşı bir körlükdür. (Sanki) onlar uzak bir yerden çağırılıyorlardır.

– Hasan Basri Çantay

Eğer biz bu Kur'ân'ı yabancı bir dilde okunan bir kitap yapsaydık derlerdi ki: «Ayetleri anlayacağımız bir şekilde açıklanmalı değil miydi? Muhatapları Arap olduğu halde Arapça olmayan kitap mı geldi?» De ki: «O mü'minler için doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifadır.» İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an, onlara bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar.

– Seyyid Kutub

وَلَقَدْ ءَاتَيْنَا مُوسَى ٱلْكِتَٰبَ فَٱخْتُلِفَ فِيهِۗ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِىَ بَيْنَهُمْۚ وَإِنَّهُمْ لَفِى شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ ٤٥

Celâlim Hakk’ı için Musâ’ya o kitâbı verdik de onda ihtilâf edildi ve eğer Rabbin’den bir kelime geçmiş olmasa idi aralarında iş bitirilirdi ve her halde onlar ondan kuşkulu bir şekk içindedirler.

– Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun ki; Biz, Musa'ya kitab vermiştik de onda ihtilafa düşülmüştü. Şayet Rabbından bir söz geçmiş olmasaydı; aralarında hüküm verilirdi. Muhakkak ki onlar; bundan şüphe ve endişe içindedirler.

– İbni Kesir

Andolsun! Biz, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler.

– Diyanet İşleri

Andolsun ki biz Musâya o kitabı verdik de onda da ihtilâf edildi. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında iş olub bitirilmişdi bile. Her halde onlar bundan şübheci bir tereddüd içindedirler.

– Hasan Basri Çantay

Andolsun ki Musa'ya kitap vermiştik de onda ayrılığa düşmüşlerdi. Rabb'inin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hükmedilmiş olurdu. Doğrusu onlar, onun hakkında şüphe içindedirler.

– Seyyid Kutub

مَّنْ عَمِلَ صَٰلِحًا فَلِنَفْسِهِۦۖ وَمَنْ أَسَآءَ فَعَلَيْهَاۗ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّٰمٍ لِّلْعَبِيدِ ٤٦

İyi iş yapan kendine, kötü yapan yine kendinedir, yoksa Rabbin kullara zulümkâr değildir.

– Elmalılı Hamdi Yazır

Kim, salih amel işlerse; kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa; kendi aleyhinedir. Ve Rabbın; kullarına zulmedici değildir.

– İbni Kesir

Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.

– Diyanet İşleri

Kim iyi amel (ve hareket) ederse (bu), kendi lehine, kim de kötülük ederse bu da kendi aleyhinedir. (Yoksa) Rabbin kullarına (zerrece) zulümkâr değildir.

– Hasan Basri Çantay

Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Rabb'in kullara zulmedici değildir.

– Seyyid Kutub

إِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ ٱلسَّاعَةِۚ وَمَا تَخْرُجُ مِن ثَمَرَٰتٍ مِّنْ أَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَىٰ وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِۦۚ وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ أَيْنَ شُرَكَآءِى قَالُوٓاْ ءَاذَنَّٰكَ مَا مِنَّا مِن شَهِيدٍ ٤٧

Saate ilim ona havale edilir, hem onun ilmi olmaksızın ne meyvelerden biri tomurcuklarından çıkar ve ne bir dişi yüklü olur, ne de vazeder, nerede imiş şeriklerim? diye onlara haykıracağı gün ise diyeceklerdir: arz ederiz huzuruna ki bizden hiç şâhid yok.

– Elmalılı Hamdi Yazır

Kıyamet saatının bilgisi, ancak O'na aittir. O'nun ilmi olmadıkça hiç bir meyve tomurcuklarından çıkmaz. Hiç bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara: Nerede Benim ortaklarım? diye seslendiği gün derler ki: Bizden hiç bir şahid olmadığını Sana arzederiz.

– İbni Kesir

Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O’na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından ancak O’nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O’nun bilgisi altında hamile kalır ve doğurur. Allah onlara, “Nerede bana ortak koştuklarınız?” diye seslendiği gün şöyle derler: “Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir kimse yok.”

– Diyanet İşleri

O saatin ilmi ancak Ona irca olunur. Onun ilmi olmaksızın (hattâ) meyvelerden hiçbiri tomurcuklarından çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara «Benim ortaklarım nerede?» diye nida edileceği gün (görürsün ki şöyle) demişlerdir (diyeceklerdir): «Sana arzetdik. Bizden hiçbir şâhid yokdur».

– Hasan Basri Çantay

Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi O'na aittir. Allah'ın bilgisi dışında hiçbir ürün kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara: «Bana koştuğunuz ortaklar nerede?» diye seslenildiği gün: «Sana arz ederiz ki bizde hiçbir gören yok» derler.

– Seyyid Kutub

وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَدْعُونَ مِن قَبْلُۖ وَظَنُّواْ مَا لَهُم مِّن مَّحِيصٍ ٤٨

Önceden tapıp durdukları şeyler onlardan gayb olup gitmişler ve onlar kendilerine hiç bir kaçamak kalmadığını anlamışlardır.

– Elmalılı Hamdi Yazır

Önceden taptıkları şeyler onlardan uzaklaşıp gitmiştir. Ve kendilerinin kaçacak yerleri olmadığını anlamışlardır.

– İbni Kesir

Daha önce yalvardıkları (tanrılar) onları yüzüstü bırakıp uzaklaşmıştır. Kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır.

– Diyanet İşleri

Önceden tapdıkları nesneler onlardan uzaklaşıb gaaib olmuşdur (olacakdır). Onlar kendilerine (azâbdan) kaç (ıb kurtul) acak hiçbir yer olmadığını anlamışlardır (anlayacaklardır).

– Hasan Basri Çantay

Önceden yalvarıp durdukları tanrıları onlardan uzaklaşmıştır. Kendilerinin kaçacak yerlerinin olmadığını anlamışlardır.

– Seyyid Kutub

لَّا يَسْـَٔمُ ٱلْإِنسَٰنُ مِن دُعَآءِ ٱلْخَيْرِ وَإِن مَّسَّهُ ٱلشَّرُّ فَيَـُٔوسٌ قَنُوطٌ ٤٩

İnsan hayır istemekten usanmaz da kendisine bir şer dokunuverirse hemen ümidi keser, ye'se düşer.

– Elmalılı Hamdi Yazır

İnsan; hayır istemekten usanmaz da, kendisine bir kötülük gelince ümitsizliğe düşer, meyus olur.

– İbni Kesir

İnsan, hayır (mal, mülk, genişlik) istemekten usanmaz. Fakat başına bir kötülük gelince umutsuzluğa düşer, yıkılır.

– Diyanet İşleri

İnsan hayır taleb etmekden usanmaz. Eğer Ona bîr şer dokunursa (bakarsın ki) o, şimdi (Allahın fazl-u rahmetinden) ümîdini kesmiş, (bu) ümîdsizliği açığa (da) vurmuşdur.

– Hasan Basri Çantay

İnsan hayır istemekten yorulmaz. Ancak kendisine bir şer dokundu mu hemen üzgündür, ümitsizdir.

– Seyyid Kutub

وَلَئِنْ أَذَقْنَٰهُ رَحْمَةً مِّنَّا مِنۢ بَعْدِ ضَرَّآءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هَٰذَا لِى وَمَآ أَظُنُّ ٱلسَّاعَةَ قَآئِمَةً وَلَئِن رُّجِعْتُ إِلَىٰ رَبِّىٓ إِنَّ لِى عِندَهُۥ لَلْحُسْنَىٰۚ فَلَنُنَبِّئَنَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ بِمَا عَمِلُواْ وَلَنُذِيقَنَّهُم مِّنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ ٥٠

Ve şayed ona dokunan bir sıkıntıdan sonra tarafımızdan bir rahmet tattırırsak mutlak der ki: bu benim hakkım ve zannetmem ki saat başıma dikilmiş olsun, bilfarz Rabb’ime döndürülecek olursam muhakkak benim için onun yanında daha güzeli vardır, fakat o vakit biz o küfredenlere ne yaptıklarını haber vereceğiz ve onlara muhakkak yoğun bir azâb tattıracağız.

– Elmalılı Hamdi Yazır

Oysa ona dokunan bir sıkıntıdan sonra kendisine katımızdan bir rahmet tattırırsak; muhakkak: Bu, benim hakkımdır, kıyametin kopacağını sanmıyorum. Rabbıma döndürülürsem, muhakkak ki O'nun nezdinde de güzel şeyler bulacağım, der. Andolsun ki; Biz, küfredenlere yaptıklarını muhakkak bildireceğiz. Ve andolsun ki; Biz, onlara muhakkak ağır bir azab tattıracağız.

– İbni Kesir

Andolsun! Başına gelen bir zarardan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak mutlaka “Bu benim hakkımdır, Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Andolsun, Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O’nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır” der. Andolsun, biz inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve andolsun, onlara mutlaka ağır azaptan tattıracağız.

– Diyanet İşleri

Andolsun ki şâyed ona dokunan bir sıkıntıdan sonra kendisine bizden bir rahmet tatdırırsak mutlakaa «Bu, benim hakkımdır. Kıyametin kopacağını zannetmiyorum. Andolsun ki Rabbime döndürül (üb götürül) sem bile hiç şübhesiz, Onun nezdinde benim için daha güzel (hal) vardır» der. Fakat biz, andolsun, o küfredenlere neler yapdıklarını elbette haber vereceğiz. Onlara, andolsun, en çetin bir azâbdan tatdıracağız.

– Hasan Basri Çantay

Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra biz ona bir rahmet taddırırsak: «Bu benim hakkımdır; kıyametin kopacağını sanmıyorum. Rabb'ime götürülmüş olsam bile muhakkak O'nun yanında benim için güzel şeyler vardır» der. Biz inkar edenlere, yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve mutlaka onlara acı azabdan taddıracağız.

– Seyyid Kutub

AYARLAR
Okuyucu