بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
يَٰقَوۡمِ لَكُمُ ٱلۡمُلۡكُ ٱلۡيَوۡمَ ظَٰهِرِينَ فِي ٱلۡأَرۡضِ فَمَن يَنصُرُنَا مِنۢ بَأۡسِ ٱللَّهِ إِن جَآءَنَاۚ قَالَ فِرۡعَوۡنُ مَآ أُرِيكُمۡ إِلَّا مَآ أَرَىٰ وَمَآ أَهۡدِيكُمۡ إِلَّا سَبِيلَ ٱلرَّشَادِ ٢٩
«Ey kavmim, bugün bu yerde, siz gaalib (kimse) ler olmak üzere, mülk sizindir. Fakat Allahın hışmı bize gelib çatarsa kim bize yardım eder»? Fir'avn dedi ki: «Ben size hangi re'yde bulunuyorsam ondan başkasını işaret etmiyorum. Size doğru yolun hilafını da göstermiyorum».
وَقَالَ ٱلَّذِيٓ ءَامَنَ يَٰقَوۡمِ إِنِّيٓ أَخَافُ عَلَيۡكُم مِّثۡلَ يَوۡمِ ٱلۡأَحۡزَابِ ٣٠
(30-31) Mü'min olan (o zât) dedi ki: «Ey kavmim, hakıykat ben o sürüsürü fırkaların gününe misâl (vermeniz) den, Nuuh kavminin, Aad'in, Semûdun ve daha sonrakilerin haali gibi (bir mâcerâye sapıb felâkete uğramanızdan) korkuyorum. (Yoksa) Allah kullarına bir zulüm dileyecek değildir».
مِثۡلَ دَأۡبِ قَوۡمِ نُوحٖ وَعَادٖ وَثَمُودَ وَٱلَّذِينَ مِنۢ بَعۡدِهِمۡۚ وَمَا ٱللَّهُ يُرِيدُ ظُلۡمٗا لِّلۡعِبَادِ ٣١
(30-31) Mü'min olan (o zât) dedi ki: «Ey kavmim, hakıykat ben o sürüsürü fırkaların gününe misâl (vermeniz) den, Nuuh kavminin, Aad'in, Semûdun ve daha sonrakilerin haali gibi (bir mâcerâye sapıb felâkete uğramanızdan) korkuyorum. (Yoksa) Allah kullarına bir zulüm dileyecek değildir».
وَيَٰقَوۡمِ إِنِّيٓ أَخَافُ عَلَيۡكُمۡ يَوۡمَ ٱلتَّنَادِ ٣٢
«Ey kavmim, hakıykat ben size karşı o bağrışıb çağırışma gününden endîşe etmekdeyim».
يَوۡمَ تُوَلُّونَ مُدۡبِرِينَ مَا لَكُم مِّنَ ٱللَّهِ مِنۡ عَاصِمٖۗ وَمَن يُضۡلِلِ ٱللَّهُ فَمَا لَهُۥ مِنۡ هَادٖ ٣٣
«(O gün, hesâb yerini) arkanızda bırakıb (cehenneme) döneceğiniz gündür. (O gün) sizi Allah (ın azabın) dan hiçbir kurtarıcı yokdur. Allah kimi şaşırtırsa onun yolunu bir doğrultucu da yokdur».
وَلَقَدۡ جَآءَكُمۡ يُوسُفُ مِن قَبۡلُ بِٱلۡبَيِّنَٰتِ فَمَا زِلۡتُمۡ فِي شَكّٖ مِّمَّا جَآءَكُم بِهِۦۖ حَتَّىٰٓ إِذَا هَلَكَ قُلۡتُمۡ لَن يَبۡعَثَ ٱللَّهُ مِنۢ بَعۡدِهِۦ رَسُولٗاۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ ٱللَّهُ مَنۡ هُوَ مُسۡرِفٞ مُّرۡتَابٌ ٣٤
«Andolsun, (Mûsâdan) evvel Yusuf da size apaçık bürhanlar getirmişdi. O vakit da onun size getirdiği şeyler hakkında şübhe edib durmuşdunuz. Hattâ o vefat edince de dediniz ki: «Bundan sonra Allah asla bir peygamber göndermez». İşte Allah, o haddi aşan şübheci kimseleri böyle şaşırtır.
ٱلَّذِينَ يُجَٰدِلُونَ فِيٓ ءَايَٰتِ ٱللَّهِ بِغَيۡرِ سُلۡطَٰنٍ أَتَىٰهُمۡۖ كَبُرَ مَقۡتًا عِندَ ٱللَّهِ وَعِندَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْۚ كَذَٰلِكَ يَطۡبَعُ ٱللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ قَلۡبِ مُتَكَبِّرٖ جَبَّارٖ ٣٥
«Onlar, kendilerine gelmiş hiçbir hüccet olmadığı halde Allahın âyetleri hakkında mücâdele edenlerdir. Gerek Allah indinde, gerek îman edenler katında (buna) buğz büyümüşdür. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler».
وَقَالَ فِرۡعَوۡنُ يَٰهَٰمَٰنُ ٱبۡنِ لِي صَرۡحٗا لَّعَلِّيٓ أَبۡلُغُ ٱلۡأَسۡبَٰبَ ٣٦
(36-37) Fir'avn (şöyle) dedi: «Ey Hâkân, benim için yüksek bir kule yap. Olur ki ben o yollara, göklerin yollarına ulaşırım da Musânın Tanrısına yükselib çıkarım! Ben onu mutlak bir yalancı sanıyorum a». İşte bu suretle Fir'avnın kötü amel (ve hareket) i süslendirildi. O, yoldan sapdırıldı. Fir'avnın düzeni, başka değil ancak hüsranda idi.
أَسۡبَٰبَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ فَأَطَّلِعَ إِلَىٰٓ إِلَٰهِ مُوسَىٰ وَإِنِّي لَأَظُنُّهُۥ كَٰذِبٗاۚ وَكَذَٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرۡعَوۡنَ سُوٓءُ عَمَلِهِۦ وَصُدَّ عَنِ ٱلسَّبِيلِۚ وَمَا كَيۡدُ فِرۡعَوۡنَ إِلَّا فِي تَبَابٖ ٣٧
(36-37) Fir'avn (şöyle) dedi: «Ey Hâkân, benim için yüksek bir kule yap. Olur ki ben o yollara, göklerin yollarına ulaşırım da Musânın Tanrısına yükselib çıkarım! Ben onu mutlak bir yalancı sanıyorum a». İşte bu suretle Fir'avnın kötü amel (ve hareket) i süslendirildi. O, yoldan sapdırıldı. Fir'avnın düzeni, başka değil ancak hüsranda idi.
وَقَالَ ٱلَّذِيٓ ءَامَنَ يَٰقَوۡمِ ٱتَّبِعُونِ أَهۡدِكُمۡ سَبِيلَ ٱلرَّشَادِ ٣٨
İman eden o (zât): «Ey kavmim, dedi, siz bana uyun, size doğru yolu göstereceğim».
يَٰقَوۡمِ إِنَّمَا هَٰذِهِ ٱلۡحَيَوٰةُ ٱلدُّنۡيَا مَتَٰعٞ وَإِنَّ ٱلۡأٓخِرَةَ هِيَ دَارُ ٱلۡقَرَارِ ٣٩
«Ey kavmim, bu dünyâ hayaatı ancak fânî bir eğlencedir. Âhiret ise O, asıl durulacak yurdun ta kendisidir».