Sûrenin Adı
Açılış harfi (sad), surenin adı olmuştur.
Nüzul Zamanı
İleride de açıklanacağı gibi Hz. Peygamber (s.a) Mekke'de İslâm'ı açıkça anlatmaya başladığı zaman, daveti Kureyş'in
ileri gelenleri arasında bomba etkisi yapmıştı. Bu bakımdan surenin, risaletin 4. yılında nazil olduğunu
söyleyebiliriz. Nitekim bazı rivayetlere göre bu sure, Hz. Ömer İslâm'a girdikten sonra nazil olmuştur. Hz. Ömer'in
ise, Habeşistan hicretinden sonra müslüman olduğu bilinmektedir. Fakat surenin Ebu Talib'in hastalığı zamanında nazil
olduğunu bildiren rivayetlere itibar edilirse, o zaman bu surenin risaletin 10. veya 11. yılında indiğini kabul etmek
gerekir.
Tarihsel Arkaplan
İmam Ahmed, Nesei, Tirmizî, İbn Cerir, İbn Şeybe, İbn Ebi Hatim ve İbn İshak'dan alınan nakillerin özeti aşağıda
verilmiştir:
Ebu Talib hastalandığında, Kureyş'in ileri gelenleri biraraya gelerek aralarında istişare etmişler ve Ebu Talib'in,
yeğeni Muhammed'le aralarını düzeltmesi için, kendisine arabuluculuk teklifinde bulunmayı kararlaştırmışlardır. Çünkü,
Ebu Talib öldükten sonra Hz. Muhammed'e (s.a) dokunacak olurlarsa, tüm Arap kabilelerinin, kendileri için, "Amcası
hayatta iken, ona dokunmaya cesaret edemediler. Ama Ebu Talib öldükten sonra Muhammed'e saldırdılar" diye ta'n
edeceklerini düşünmüşlerdir.
İşte bu karar üzerine, Kureyş'in ileri gelenlerinden 25 kişilik bir heyet Ebu Talib'in yanına girmiştir. Heyetin
içinde, Ebu Cehil, Ebu Süfyan, Umeyye b. Halef, As b. Vail, Esved b. Muttalib, Ukbe b. Muayt, Utbe ve Şeybe gibi ileri
gelen kafirler vardı. Bu heyet doğruca Ebu Talib'in yanına giderek, her zaman yaptıkları gibi, Hz. Peygamber'i amcasına
şikayet ettiler ve ona şöyle dediler: "Muhammed kendi dini üzerinde kalsın, biz de kendi dinimiz üzerinde kalalım. O
bizim dinimize karışmazsa biz de onu kendi dininde serbest bırakır ve kime ibadet ederse etsin ona dokunmayız. Ama o da
bizim tanrılarımızı kötülmesin ve halk arasında dinini yaymaya çalışmasın." dediler (müfessirler yukarıdaki tespiti
hangi kaynaklara dayandırarak yaptıklarını belirtmemişlerdir. ancak, lay doğruysa bu, kabul edilebilir, makul bir
görüştür.) Kureyş müşrikleri İslâm yayılmaya başladığı için oldukça perişandılar. İslâm'ın davetçisi, şerefli, lekesiz
bir geçmişe sahip, akıl ve ciddiyet bakımından tüm Kureyş'in en seçkin kimselerindendi. Onun sağ kolu Hz. Ebu Bekir
ise, değil sadece Mekke'nin, çevredeki kabilelerin de şerefli, dürüst ve zeki bir insan olarak tanıdıkları bir
şahsiyetti. Şimdi de Hz. Ömer gibi cesur ve azimetli kişiliğe sahip birinin de onlarla birleştiğini görünce, tehlikenin
boyutlarının büyüdüğünü hissetmişlerdir.
Konu
Yukarıda zikredilen olaylara ve anlatılanlara surenin girişinde değinilmiştir. Kafirlerle Hz. Peygamber (s.a.)
arasındaki konuşma hakkında, kafirlerin İslâm'ı, kendisinde bir eksiklik, yanlışlık gördükleri için değil, kin, haset
ve körü körüne atalarını taklit ettiklerinden dolayı reddettikleri söylenmiştir. Çünkü onlar kendi içlerinden bir
peygambere tabi olmayı hazmedemiyorlardı. Bunun üzerine Ebu Talib, Hz. Peygamber'i (s.a) yanına çağırarak ona "Ey
yeğenim! Kavmimizin ileri gelenleri bana geldiler. Onlar, aranızda âdilane bir anlaşmanın olup, bu çekişmezliğin sona
ermesini istiyorlar" dedi ve sonra yeğenine Kureyşlilerin teklifini iletti. Hz. Peygamber (s.a.) ise amcasına şöyle bir
cevap verdi: "Ey amcacığım! Ben onlara öyle bir kelimeyi kabul ettirmeye çalışıyorum ki, bu kelimeyi kabul ettikleri
takdirde, onlara sadece Araplar değil, tüm dünya tabi olur." Kureyş heyetine Hz. Peygamber'in (s.a.) bu cevabı
iletilince fena halde bozularak, cevap veremediler. Böylesine makul bir teklifi reddedebilecek kelimeleri hemen
bulamamışlardı. Fakat kendilerine geldikten sonra, "Biz bir kelime değil, bin kelime bile söylemeye razıyız. Ama o
kelime nedir?" dediler. Hz. Rasulüllah (s.a) "O kelime, la ilahe illallah'tır." diye cevap verdi. Bu cevabı duyar
duymaz, Kureyş heyeti aniden hiddetlenerek ayağa kalktı ve söylenerek (ki ne söylediklerini surenin başında Allah Teâlâ
beyan ediyor) çıkıp gittiler. İbn Sa'd "Tabakat" adlı eserinde, bu olayın tümünü sadece "Bu, Ebu Talib'in son hastalığı
değildi" şeklindeki farklılıkla, yukarıdaki gibi zikretmiştir. Ona göre bu olay, "filan şahıs müslüman olmuş, filan
şahıs İslâm'a girmiş" şeklindeki haberlerin kulaktan kulağa yayıldığı ilk dönemde vuku bulmuştur.
Öyle ki, bu haberler halk arasında yaygınlaşınca, Kureyş'in ileri gelenleri, Ebu Talib'e, Hz. Peygamber'i (s.a.)
İslâm'ı anlatmaktan vazgeçirmesi için peşisıra heyetler gönderdiler. İşte bu heyetlerden birisi de yukarıda zikredilen
heyettir.
Zemahşerî, Razî, Nisaburî ve bazı müfessirlere göre, bu heyet, Hz. Ömer İslâm'ı kabullendiği zaman Ebu Talib'e
gitmiştir. Çünkü Hz.Ömer'in müslüman olması onları oldukça sarsmıştı. Fakat bu iddiayı doğrulayacak nitelikte hiçbir
işaret yoktur. Çünkü onlar, sırf cehaletlerinden dolayı, içlerinden sadece bir kimsenin hakikati görmüş olmasının
imkansız olduğunu öne sürerek, hakikatı tereddütle karşılıyorlardı. Üstelik bu hakikati, yani Tevhid ve Ahiret
düşüncesini sadece inkâr etmekle kalmayıp, alay konusu da yapıyorlardı.
Bundan sonra Allah, "Alay ettiğiniz ve önderliğini kabul etmeye yanaşmadığınız bu şahıs, sizlerin üzerinde galip
gelecek ve yine bu şehirde (Mekke'de) onun ayakları altında kalacaksınız." diye kafirleri uyarmıştır.
Ardından arka arkaya 9 peygamber zikredilmiştir. Ancak Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın kıssası, diğerlerinden daha
ayrıntılı bir biçimde beyan edilmiştir.
Böylelikle Allah, Kur'an'ı okuyan kimselerin zihinlerine şu hususları yerleştirmek istiyor: "Adalet kesinlikle
tarafsızdır. Allah katında ancak dürüst olan, yanlışta ısrar etmeyen, yanlışlık yapsa bile, hemen arkasından tevbe
edip, dünyada ahiret hesabını dikkate alarak yaşayan kimseler makbuldur."
Daha sonra, isyan eden ve müslüman kimselerin ahiretteki hayatlarının bir tablosu çizilmiştir. Bu bölümde kafirlerin
dikkati iki noktaya çekilmektedir. Birincisi, "Hiç düşünmeden körü körüne önderlerinizin peşinden koşuyor ve dalâlet
yolunu takip ediyorsunuz. Fakat yarın onlar takipçilerinden önce kendilerini cehennemde bulacaklar ve birbirlerini
suçlayacaklardır."
İkincisi, "Bugün mü'minleri zelil ve hakir görüyorsunuz ama yarın kendiniz azab içindeyken, cehennemde onlardan
kimsenin bulunmadığını hayretle göreceksiniz."
Surenin sonunda Adem ile İblis kıssası yer almaktadır. Bu kıssanın beyan edilmesinin amacı, Kureyş'in kafirlerine,
Hz. Peygamber'i (s.a.) kabul etmelerine kibirlerinin mani olduğunun hatırlatılmasıdır. Çünkü aynı kibir, İblis'i Adem'e
secdeden alıkoymuştu. "Allah'ın Adem'e verdiği mevki ve rütbeye rağmen, İblis sırf hasedinden ötürü Allah'a karşı
gelmiş ve lanete müstehak olmuştu. Şimdi de Allah, Hz. Muhammed'e (s.a) bir mevki ve rütbe vermişken sizler sırf
hasedinizden dolayı ona karşı çıkıyorsunuz. Allah onu bir peygamber olarak görevlendirmiş olmasına rağmen, Hz.
Muhammed'i (s.a) reddediyorsunuz. Bu yüzden sizlerin sonu İblis'in sonu gibi olacaktır.
Kaynak: Mevdûdî - Tefhimu'l Kur'an