بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
قَالُواْ بَلۡ أَنتُمۡ لَا مَرۡحَبَۢا بِكُمۡۖ أَنتُمۡ قَدَّمۡتُمُوهُ لَنَاۖ فَبِئۡسَ ٱلۡقَرَارُ ٦٠
Hayır, derler: size merhaba yok, onu bize siz takdim ettiniz, bakın ne fena yatak.
Dediler ki: Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin. Bizi buraya siz sürdünüz. Ne kötü bir duraktır burası.
O grup da, “Hayır, size rahat ve huzur olmasın. Bu cehennemi bizim önümüze siz sürdünüz. Orası ne kötü durak yeridir!” der.
(Tâbi' olanlar rüesâya) derler: «Hayır, siz, asıl rahat (huzur) görmeyin. Bunu bizim önümüze siz getirdiniz. (Bakın) ne çirkin durum»!
Toplulukta bulunanlar ise; «Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin; bizi buraya getiren sizsiniz, ne kötü bir duraktır» derler.
قَالُواْ رَبَّنَا مَن قَدَّمَ لَنَا هَٰذَا فَزِدۡهُ عَذَابٗا ضِعۡفٗا فِي ٱلنَّارِ ٦١
Ya Rabbenâ derler: bize bunu takdim edene ateşde azâbı hemen kat kat artır.
Dediler ki: Rabbımız; bizi buraya kim sürdüyse ona ateşteki azabını kat kat arttır.
Şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim sürdüyse, cehennemde onun azabını bir kat daha artır.”
(Yine) onlar derler: «Ey Rabbimiz, bunu bizim önümüze kim getirdiyse onun ateş içindeki azabını katmerli olarak artır».
«Rabb'imiz! Bunu kim başımıza getirdiyse, ateşte onun azabını kat kat artır» derler.
وَقَالُواْ مَا لَنَا لَا نَرَىٰ رِجَالٗا كُنَّا نَعُدُّهُم مِّنَ ٱلۡأَشۡرَارِ ٦٢
Bir de derler ki: neye görmüyoruz biz o eşrardan saydığımız bir takım adamları.
Ve dediler ki: Bizim kendilerini kötülerden saydığımız adamları niçin burada görmüyoruz?
Yine şöyle derler: “Dünyada kendilerini kötü saydığımız adamları acaba neden göremiyoruz?”
(Azgınlar) derler: «Kendilerini (dünyâda) bayağılardan saydığımız adamları neye görmüyoruz»?
«Bize ne oldu ki, dünyada iken kötülerden saydığımız adamları burada niçin görmüyoruz?» derler.
أَتَّخَذۡنَٰهُمۡ سِخۡرِيًّا أَمۡ زَاغَتۡ عَنۡهُمُ ٱلۡأَبۡصَٰرُ ٦٣
Onları eğlence yerine tuttuktu ha! yoksa onlardan kaydı mı bu gözler?
Onları alaya almıştık. Yoksa şimdi gözlere görünmez mi oldular?
“(Cehennemlik değillerdi de) biz onları alaya mı almış olduk, yoksa (buradalar da) gözlerimizden mi kaçtılar?”
«Biz onları eğlence edinirdik. Yoksa gözler (imiz) onlardan uzaklaşıb kaydı mı»?
Hani onlarla alay ederdik. Yoksa onları gözden mi kaçırdık?
إِنَّ ذَٰلِكَ لَحَقّٞ تَخَاصُمُ أَهۡلِ ٱلنَّارِ ٦٤
Şüphesiz ki bu haktır muhakkak olacaktır ehl-i nârın birbirine husûmeti.
İşte bu, hakkın kendisidir. Cehennem ehlinin birbiriyle tartışması.
Şüphesiz bu, cehennemliklerin birbirleriyle çekişmesi kesin bir gerçektir.
İşte bu, (ya'nî) ehl-i cehennemin birbiriyle da'vâlaşması muhakkak ve kat'î bir gerçekdir.
İşte ateş halkının tartışmaları böyledir ve bunlar gerçektir.
قُلۡ إِنَّمَآ أَنَا۠ مُنذِرٞۖ وَمَا مِنۡ إِلَٰهٍ إِلَّا ٱللَّهُ ٱلۡوَٰحِدُ ٱلۡقَهَّارُ ٦٥
De ki ben ancak korkuyu haber veren bir peygamberim, başka bir tanrı da yok ancak Allah: o vahidi Kahhar.
De ki: Ben, sadece bir uyarıcıyım. Vahid, Kahhar olan Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur.
(Ey Muhammed!) De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Her şey üzerinde mutlak otorite sahibi olan bir Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.”
(Habîbim) de ki: «Ben yalınız gelecek tehlikeleri haber veren (bir peygamber) im. (Ortakdan ve benzerden münezzeh ve) bir olan, (her şey'i) kahreden (mutlak haakim olan) Allahdan başka hiçbir Tanrı yokdur».
Ey Muhammed! De ki, «Ben sadece bir uyarıcıyım. Gücü her şeye yeten tek Allah'tan başka tanrı yoktur.
رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَمَا بَيۡنَهُمَا ٱلۡعَزِيزُ ٱلۡغَفَّٰرُ ٦٦
O Göklerin, Yerin ve aralarındakilerin Rabb’i Aziz, gaffar var.
Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbı Aziz'dir, Gafur'dur.
“O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”
«Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbi; O mutlak gaalib, O çok yarlığayıcı (Allah) dır».
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb'ı olan Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.»
قُلۡ هُوَ نَبَؤٌاْ عَظِيمٌ ٦٧
De ki bu bir azîm haberdir.
De ki: Bu, büyük bir haberdir.
De ki: “Bu Kur’an, büyük bir haberdir.”
De ki: «Bu (Kur'an) en büyük (ve mühim) bir haberdir».
De ki; «Bu Kur'an, büyük bir haberdir.»
أَنتُمۡ عَنۡهُ مُعۡرِضُونَ ٦٨
Siz ondan yüz çeviriyorsunuz.
Ama siz, ondan yüz çeviriyorsunuz.
“Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz.”
«Ki siz ondan yüz çeviricilersiniz».
«Fakat siz ondan yüz çeviriyorsunuz?»
مَا كَانَ لِيَ مِنۡ عِلۡمِۭ بِٱلۡمَلَإِ ٱلۡأَعۡلَىٰٓ إِذۡ يَخۡتَصِمُونَ ٦٩
Benim melei a'lâya ne ilmim olurdu onlar münakaşa ederlerken?
Mele-i A'la'da olan tartışmalar hakkında benim bir bilgim yoktur.
“Aralarında tartıştıkları sırada, yüce topluluğa (ileri gelen melekler topluluğuna) dair benim hiçbir bilgim yoktu.”
«Mele'-i a'lâya, onlar aralarında münazara (ve münâkaşa) ederlerken, benim hiçbir bilgim yokdu».
Mele-i A'la'da kendi aralarındaki tartışmaları hakkında benim hiçbir bilgim yoktu.
إِن يُوحَىٰٓ إِلَيَّ إِلَّآ أَنَّمَآ أَنَا۠ نَذِيرٞ مُّبِينٌ ٧٠
Fakat ben açık inzar edecek bir peygamber olduğum içindir ki o ilmin bana vahy olunuyor.
Bana, sadece vahyolunur. Ben, ancak apaçık bir uyarıcıyım.
“Bana ancak, benim sadece bir uyarıcı olduğum vahyediliyor.”
«Ben ancak gelecek tehlikeleri apaçık haber verici (bir peygamber) olduğum içindir ki (o ilim) bana vahy olunuyor».
Ben gelecek tehlikeleri apaçık uyarıcı olduğum içindir ki, bana vahy olunuyor.