بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
أَءِذَا مِتۡنَا وَكُنَّا تُرَابٗا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَدِينُونَ ٥٣
Öldüğümüz de bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz vakit hakikaten biz cezalanacak mıyız?".
Öldüğümüz, toprak ve bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, biz mi ceza göreceğiz?
“Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?”
«Biz öldüğümüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, hakîkaten biz mi cezalanmış olacağız»?
Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı dirilip yaptığımız işlere göre cezalanacağız?
قَالَ هَلۡ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ ٥٤
Nasıl der bir bakıştırır mısınız:
Siz, onu bilir misiniz? dedi.
Konuşan o kimse, yanındakilere, “Bakar mısınız, hâli ne oldu?” der.
(O sözü söyleyen zât, ihvanına) der ki: «Siz (onun iç yüzüne) vaakıf olucular mısınız?»
Yanındakilere; «Siz onu bilir misiniz?» der.
فَٱطَّلَعَ فَرَءَاهُ فِي سَوَآءِ ٱلۡجَحِيمِ ٥٥
Derken bakmış onu tâ cehennemin ortasında görmüştür.
Bir bakar ve onu cehennemin ortasında görmüştür.
Kendisi de bakar ve onu cehennemin ortasında görür.
Derken o (bizzat) bakıb bunu o çılgın ateşin ta ortasında gördü.
Bir bakar, onu cehennemin ortasında görür.
قَالَ تَٱللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرۡدِينِ ٥٦
Tallahi, der: doğrusu sen az daha beni helâk edecektin.
Dedi ki: Allah'a andolsun ki; az kaldı beni de mahvedecektin.
Ona şöyle der: “Allah’a andolsun, neredeyse beni de helâk edecektin.”
(Ve ona) dedi ki: «Allaha yemîn ederim, sen az kaldı beni de muhakkak helak edecekdin».
Ona der ki; «Yemin ederim ki, sen az daha beni helâk edecektin.
وَلَوۡلَا نِعۡمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ ٱلۡمُحۡضَرِينَ ٥٧
Rabb’imin nimeti olmasa idi ben de bu ihzar edilenlerden olacaktım.
Rabbımın lutfu olmasaydı, ben de oraya götürülenlerden olacaktım.
“Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka ben de cehenneme konulanlardan olmuştum.”
«Eğer Rabbimin ni'meti olmasaydı ben de (seninle beraber cehennemde) haazır bulundurulanlardan olacakdım».
Rabb'imin lütfu olmasaydı şimdi ben de cehenneme götürülürdüm» dedi.
أَفَمَا نَحۡنُ بِمَيِّتِينَ ٥٨
Nasılmış bak? Biz ölecek değiliz ilk ölümümüzden başka.
Biz, bir daha ölmeyeceğiz değil mi?
(58-59) “Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?”
(58-59) «(Bak), biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek, biz azaba da uğratılmayacak değil miymişiz?»
«Biz bir daha ölmeyecek miyiz?» der.
إِلَّا مَوۡتَتَنَا ٱلۡأُولَىٰ وَمَا نَحۡنُ بِمُعَذَّبِينَ ٥٩
Ve biz muazzeb değiliz.
Ancak ilk ölümümüz müstesna, ve azablandırılmayacağız da.
(58-59) “Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?”
(58-59) «(Bak), biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek, biz azaba da uğratılmayacak değil miymişiz?»
İlk ölümümüzden başka ölüm yok ve biz azaba da uğramayacağız ha!
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ ٱلۡفَوۡزُ ٱلۡعَظِيمُ ٦٠
Bu işte hiç şüphesiz o büyük murad, büyük kurtuluş.
İşte bu, şüphesiz büyük kurtuluştur.
Şüphesiz bu (cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır.
Muhakkak ki bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.
İşte büyük başarı ve mutluluk budur.
لِمِثۡلِ هَٰذَا فَلۡيَعۡمَلِ ٱلۡعَٰمِلُونَ ٦١
Böyle bir murad için çalışsın çalışan erler.
Çalışanlar bunun gibisi için çalışsınlar.
Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!
Artık çalışanlar da bunun gibi (bir murad için) çalışmalıdır.
Çalışanlar bunun için çalışsınlar.
أَذَٰلِكَ خَيۡرٞ نُّزُلًا أَمۡ شَجَرَةُ ٱلزَّقُّومِ ٦٢
Nasıl bu mu hayırlı konmak için yoksa o zakkum ağacı mı?
Konak yeri olarak bu mu hayırlıdır, yoksa zakkum ağacı mı?
Ziyafet olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?
Böyle (bir ni'mete) konmak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?
Cennet gibi konak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?
إِنَّا جَعَلۡنَٰهَا فِتۡنَةٗ لِّلظَّٰلِمِينَ ٦٣
Ki biz onu zalimler için bir fitne kılmışızdır.
Doğrusu Biz, onu; zalimler için bir fitne yaptık.
Şüphesiz biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık.
Hakıykat, biz onu zaalimler (kâfirler) için bir fitne (imtihan) yapdık.
Biz, o ağacı zalimler için fitne yaptık.