بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
كَأَنَّهُنَّ بَيۡضٞ مَّكۡنُونٞ ٤٩
Sanki saklı yumurtalar.
Sanki onlar, saklı bir yumurta gibidirler.
Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır.
ki bunlar (kuş tüyleriyle) örtülüb saklanmış yumurtalar gibidir.
Saklı yumurtalar gibi bembeyaz eşler.
فَأَقۡبَلَ بَعۡضُهُمۡ عَلَىٰ بَعۡضٖ يَتَسَآءَلُونَ ٥٠
Derken bazısı bazısına dönmüş soruyorlardır:
Bir kısmı bir kısmına dönerek soruştururlar.
Derken birbirlerine yönelip sorarlar.
(Ehl-i cennetden) kimi kimine dönüb sorarlar.
Cennet ehli birbirine dönmüş sorarlar.
قَالَ قَآئِلٞ مِّنۡهُمۡ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٞ ٥١
İçlerinden bir söyleyen "benim der: bir karînim vardı.
İçlerinden bir sözcü der ki: Benim bir dostum vardı.
İçlerinden biri der ki: “Benim bir arkadaşım vardı.”
İçlerinden bir sözcü der ki : «Hakıykat, benim (dünyâda) bir arkadaşım vardı.
Onlardan biri: «Benim de bir arkadaşım vardı.»
يَقُولُ أَءِنَّكَ لَمِنَ ٱلۡمُصَدِّقِينَ ٥٢
Derdi: sen cidden inananlardan mısın?
Derdi ki: Sen de mi tasdik edenlerdensin?
“Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?” derdi.
(Bana:) «Gerçek sen de (tekrar dirilmiye) kat'î inananlardan mısın?» derdi.
Bana «Sende mi doğrulayanlardansın?»
أَءِذَا مِتۡنَا وَكُنَّا تُرَابٗا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَدِينُونَ ٥٣
Öldüğümüz de bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz vakit hakikaten biz cezalanacak mıyız?".
Öldüğümüz, toprak ve bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, biz mi ceza göreceğiz?
“Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?”
«Biz öldüğümüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, hakîkaten biz mi cezalanmış olacağız»?
Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı dirilip yaptığımız işlere göre cezalanacağız?
قَالَ هَلۡ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ ٥٤
Nasıl der bir bakıştırır mısınız:
Siz, onu bilir misiniz? dedi.
Konuşan o kimse, yanındakilere, “Bakar mısınız, hâli ne oldu?” der.
(O sözü söyleyen zât, ihvanına) der ki: «Siz (onun iç yüzüne) vaakıf olucular mısınız?»
Yanındakilere; «Siz onu bilir misiniz?» der.
فَٱطَّلَعَ فَرَءَاهُ فِي سَوَآءِ ٱلۡجَحِيمِ ٥٥
Derken bakmış onu tâ cehennemin ortasında görmüştür.
Bir bakar ve onu cehennemin ortasında görmüştür.
Kendisi de bakar ve onu cehennemin ortasında görür.
Derken o (bizzat) bakıb bunu o çılgın ateşin ta ortasında gördü.
Bir bakar, onu cehennemin ortasında görür.
قَالَ تَٱللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرۡدِينِ ٥٦
Tallahi, der: doğrusu sen az daha beni helâk edecektin.
Dedi ki: Allah'a andolsun ki; az kaldı beni de mahvedecektin.
Ona şöyle der: “Allah’a andolsun, neredeyse beni de helâk edecektin.”
(Ve ona) dedi ki: «Allaha yemîn ederim, sen az kaldı beni de muhakkak helak edecekdin».
Ona der ki; «Yemin ederim ki, sen az daha beni helâk edecektin.
وَلَوۡلَا نِعۡمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ ٱلۡمُحۡضَرِينَ ٥٧
Rabb’imin nimeti olmasa idi ben de bu ihzar edilenlerden olacaktım.
Rabbımın lutfu olmasaydı, ben de oraya götürülenlerden olacaktım.
“Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka ben de cehenneme konulanlardan olmuştum.”
«Eğer Rabbimin ni'meti olmasaydı ben de (seninle beraber cehennemde) haazır bulundurulanlardan olacakdım».
Rabb'imin lütfu olmasaydı şimdi ben de cehenneme götürülürdüm» dedi.
أَفَمَا نَحۡنُ بِمَيِّتِينَ ٥٨
Nasılmış bak? Biz ölecek değiliz ilk ölümümüzden başka.
Biz, bir daha ölmeyeceğiz değil mi?
(58-59) “Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?”
(58-59) «(Bak), biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek, biz azaba da uğratılmayacak değil miymişiz?»
«Biz bir daha ölmeyecek miyiz?» der.
إِلَّا مَوۡتَتَنَا ٱلۡأُولَىٰ وَمَا نَحۡنُ بِمُعَذَّبِينَ ٥٩
Ve biz muazzeb değiliz.
Ancak ilk ölümümüz müstesna, ve azablandırılmayacağız da.
(58-59) “Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?”
(58-59) «(Bak), biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek, biz azaba da uğratılmayacak değil miymişiz?»
İlk ölümümüzden başka ölüm yok ve biz azaba da uğramayacağız ha!