بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
أَلَآ إِنَّهُم مِّنۡ إِفۡكِهِمۡ لَيَقُولُونَ ١٥١
Ha! onlar şüphesiz ki yalancıdırlar.
İyi bilin ki; gerçekten onlar, iftiralarından ötürü şöyle diyorlar:
(151-152) İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, “Allah çocuk sahibi oldu” diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar.
(151-52) Haberin olsun ki onlar hakıykaten yalan söyleyerek, her halde, «Allah doğurdu» derler! Onlar elbette yalancıdırlar.
Dikkat edin, onlar iftiraları yüzünden diyorlar ki:
وَلَدَ ٱللَّهُ وَإِنَّهُمۡ لَكَٰذِبُونَ ١٥٢
"Allah doğurdu" derler ve elbette bunlar yalancıdırlar.
Allah doğurdu. Hiç şüphesiz onlar yalancılardır.
(151-152) İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, “Allah çocuk sahibi oldu” diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar.
(151-52) Haberin olsun ki onlar hakıykaten yalan söyleyerek, her halde, «Allah doğurdu» derler! Onlar elbette yalancıdırlar.
Allah doğurdu onlar elbette yalancıdırlar.
أَصۡطَفَى ٱلۡبَنَاتِ عَلَى ٱلۡبَنِينَ ١٥٣
Kızları oğullara tercih mi etmiş?
Kızları, oğullara tercih mi etmiş?
Yoksa Allah kızları erkeklere tercih mi etti?
Kızları oğullara tercih mi etmiş O?!
Allah, kızları oğullara tercih mi etmiş?
مَا لَكُمۡ كَيۡفَ تَحۡكُمُونَ ١٥٤
Nah sizlere! nasıl hükmediyorsunuz?
Ne oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz?
Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz!
Ne oluyor size? (Buna) nasıl hükmediyorsunuz?
Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz?
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ١٥٥
Hiç demi düşünmezsiniz?
Hiç düşünmüyor musunuz?
Hiç düşünmüyor musunuz?
Hiç de mi düşünmezsiniz?
Hiç mi düşünmüyorsunuz?
أَمۡ لَكُمۡ سُلۡطَٰنٞ مُّبِينٞ ١٥٦
Yoksa sizin için açık bir ferman mı var?
Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var?
Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var?
Yoksa (elinizde) açık bir hüccetiniz mi var?
Yoksa sizin açık deliliniz mi var?
فَأۡتُواْ بِكِتَٰبِكُمۡ إِن كُنتُمۡ صَٰدِقِينَ ١٥٧
O halde getirin kitabınızı sadıksanız.
Eğer sadıklardan iseniz kitabınızı getirin.
Eğer doğru söyleyen kimseler iseniz getirin (bu delili içeren) kitabınızı!
Öyle ise, eğer (davanızda) doğru söyleyenlerseniz, getirin kitabınızı.
Eğer doğru iseniz kitabınızı getirin.
وَجَعَلُواْ بَيۡنَهُۥ وَبَيۡنَ ٱلۡجِنَّةِ نَسَبٗاۚ وَلَقَدۡ عَلِمَتِ ٱلۡجِنَّةُ إِنَّهُمۡ لَمُحۡضَرُونَ ١٥٨
Bir de onunla cinler beyninde bir neseb uydururlar.
O'nunla cinnler arasında bir neseb bağı uydurdular. Andolsun ki; cinnler de, onların götürüleceklerini bilmektedirler.
Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah’ın huzuruna getirileceklerini bilirler.
Bir de Onunla cinler arasında bir hısımlık uydurdular. Andolsun ki bizzat cinler dahi onların behemehal (cehenneme) ihzaaren getirileceklerini (pek iyi) bilmiş (ler) dir.
Allah'la cinler arasında soy bağı uydurdular. Andolsun cinler de, kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler.
سُبۡحَٰنَ ٱللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ ١٥٩
Celâlim Hakk’ı için cinler bilirler ki onlar ihzar olunacaklardır.
Allah, onların nitelendirdiklerinden münezzehtir.
Allah, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir.
Allah, onların isnâd edegeldiklerinden yücedir, münezzehdir.
Haşa! Allah, onların taktıkları sıfatlardan münezzehtir.
إِلَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلۡمُخۡلَصِينَ ١٦٠
Münezzeh sübhan o Allah onların isnad ettikleri vasıflardan.
Allah'ın ihlasa erdirilmiş kulları müstesna.
Ancak Allah’ın ihlâslı kulları bunlar gibi değildir.
Allahın ihlâsa erdirilmiş kulları bunlar gibi değil.
Allah'a gönülden bağlı kullar, bunların dışındadır.
فَإِنَّكُمۡ وَمَا تَعۡبُدُونَ ١٦١
Lâkin Allah’ın ihlâs ile secilen kulları başka.
Muhakkak ki sizler ve taptıklarınız,
(161-163) (Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız, cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah’ın yolundan saptırabilirsiniz.
Ne siz, ne de tapmakda olduklarınız,
Ey inkârcılar! Ne siz ne de taptıklarınız.