بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَبَٰرَكۡنَا عَلَيۡهِ وَعَلَىٰٓ إِسۡحَٰقَۚ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحۡسِنٞ وَظَالِمٞ لِّنَفۡسِهِۦ مُبِينٞ ١١٣
Hem ona hem İshaka bereketler verdik * İkisinin zürriyyetinden de hem muhsin olan var hem de nefsine açık zulmeden.
Onu da, İshak'ı da mübarek kıldık. O ikisinin soyundan ihsan eden de vardır, kendisine açıkça zulmeden de.
Onu da İshak’ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de.
Hem ona, hem Ishaka (feyz-ü) bereketler verdik. Her ikisinin neslinden iyi hareket edeni de vardır, nefsine apaçık zulm edeni de.
Kendisini ve İshak'ı kutlu ve bereketli kıldık. Her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, açıkça kendisine zulmeden de olacaktır.
وَلَقَدۡ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ ١١٤
Celâlim Hakk’ı için Musâ ile Harûn’u da minnetdâr eyledik.
Andolsun ki; Musa ve Harun'a da lutuf da bulunmuştuk.
Andolsun, biz Mûsâ’ya ve Hârûn’a da lütufta bulunduk.
Andolsun biz Muusâya da, Hâruuna da nimetler verdik.
Andolsun Musa'ya ve Harun'a da lütuflarda bulunduk.
وَنَجَّيۡنَٰهُمَا وَقَوۡمَهُمَا مِنَ ٱلۡكَرۡبِ ٱلۡعَظِيمِ ١١٥
Hem kendilerini ve kavmlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.
O ikisini de, kavimlerini de büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık.
Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.
Hem onlar, hem kavmlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.
Onları ve kavimlerini büyük sıkıntılardan kurtardık.
وَنَصَرۡنَٰهُمۡ فَكَانُواْ هُمُ ٱلۡغَٰلِبِينَ ١١٦
Hem yardım ettik onlara da galibler onlar oldular.
Onlara yardım etmiştik de galibler onlar oldu.
Onlara yardım ettik de onlar galip gelenler oldular.
Kendilerine yardım etdik de galebeyi kazananlar onlar oldular.
Onlara yardım ettik de üstün geldiler.
وَءَاتَيۡنَٰهُمَا ٱلۡكِتَٰبَ ٱلۡمُسۡتَبِينَ ١١٧
Hem kendilerine o belli kitabı verdik.
Her ikisine de apaçık anlaşılan kitab vermiştik.
Biz onlara (hükümlerimizi) açıklayan Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.
Onlara (her hakıykatı) apaçık gösteren o kitabı verdik.
Onlara, apaçık anlaşılan bir Kitap vermiştik.
وَهَدَيۡنَٰهُمَا ٱلصِّرَٰطَ ٱلۡمُسۡتَقِيمَ ١١٨
Ve kendilerini doğru yola çıkardık.
Ve onları doğru yola hidayet etmiştik.
Onları doğru yola ilettik.
Onlara doğru yolu gösterdik.
Ve onları doğru yola ilettik.
وَتَرَكۡنَا عَلَيۡهِمَا فِي ٱلۡأٓخِرِينَ ١١٩
Sonrakiler içinde de namlarına şunu bıraktık.
Sonrakiler arasında; ikisini de bıraktık.
Sonradan gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık.
Sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler arasında da onlara (iyi bir nâm) bırakdık.
Sonra gelenler arasında onlara iyi bir ün bıraktık.
سَلَٰمٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ ١٢٠
Selâm Musâ ile Harun’a.
Musa ve Harun'a selam olsun.
Mûsâ’ya ve Hârûn’a selâm olsun.
Musâya da, Hârûna da (bizden) selâm.
Musa'ya ve Harun'a bizden selâm olsun.
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجۡزِي ٱلۡمُحۡسِنِينَ ١٢١
Biz böyle mükâfat ederiz işte muhsinîne.
Muhakkak ki Biz, ihsan edenleri böyle mükafatlandırırız.
Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.
Şübhesiz ki biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.
İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız.
إِنَّهُمَا مِنۡ عِبَادِنَا ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ١٢٢
Çünkü ikisi de bizim mü'min kullarımızdan.
Doğrusu o ikisi de, mü'min kullarımızdandı.
Çünkü onlar mü’min kullarımızdan idiler.
Hakıykat onlar mü'min kullarımızdandı.
Çünkü onların ikisi de bizim mü'min kullarımızdı.
وَإِنَّ إِلۡيَاسَ لَمِنَ ٱلۡمُرۡسَلِينَ ١٢٣
Şüphesiz İlyas da mürselînden.
Muhakkak ki İlyas da peygamberlerdendi.
Şüphesiz İlyas da peygamberlerden idi.
İlyas da, şübhe yok ki, gönderilmiş peygamberlerdendi.
İlyas da peygamberlerdendir.