بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَلَا يَسۡتَطِيعُونَ تَوۡصِيَةٗ وَلَآ إِلَىٰٓ أَهۡلِهِمۡ يَرۡجِعُونَ ٥٠
Başka değil, tek bir sayhaya bakıyorlar, bir sayha ki onlar çekişip dururlarken kendilerini yakalayıverir. O zaman bir tavsıyeye bile kadir olamazlar, ailelerine de dönecek değillerdir.
Artık ne vasiyet edebilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
(İşte o zaman) bunlar bir vasıyyetde bile bulunamazlar. (Hattâ o vakit) ailelerine dahi dönecek (halde) değildirler.
O zaman, artık ne vasiyet edebilirler ne de ailelerine dönebilirler.
وَنُفِخَ فِي ٱلصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ ٱلۡأَجۡدَاثِ إِلَىٰ رَبِّهِمۡ يَنسِلُونَ ٥١
Bir de sur üfürülmüştür ne baksınlar kabirlerinden Rab’lerine doğru akın ediyorlardır.
Sur'a üflendi. Bir de bakarsınız ki onlar kabirlerinden koşarak Rabblarına doğru çıkmaktadırlar.
Sûra üfürülür. Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler.
«Suur» a üfürülmüşdür. Artık bakarsın ki onlar kabirlerinden (kalkıp) Rablerine doğru koşup gidiyorlar.
Sur'a üflenince, kâbirlerinden Rabb'lerine koşarak çıkarlar.
قَالُواْ يَٰوَيۡلَنَا مَنۢ بَعَثَنَا مِن مَّرۡقَدِنَاۜۗ هَٰذَا مَا وَعَدَ ٱلرَّحۡمَٰنُ وَصَدَقَ ٱلۡمُرۡسَلُونَ ٥٢
Eyvah, başımıza gelenlere derler: kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden? Bu işte, o Rahman’ın vaad buyurduğu, doğru imiş o gönderilen Resuller.
Derler ki: Yazıklar olsun bize, yattığımız yerden kim kaldırdı bizi? İşte bu, Rahman'ın vaadetmiş olduğudur. Ve peygamberler doğru söylemişlerdi.
Şöyle derler: “Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı? Bu, Rahman’ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler.”
(O zaman şöyle) demişlerdir: «Eyvah bize! Uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı? Bu (Ba's) çok esirgeyici (Allah) ın va'd etdiği şey. Gönderilen (peygamber) ler (meğer) doğru söylemiş».
Dediler; «vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman'ın vadettiği şey budur. Demek peygamber doğru söylemiş.»
إِن كَانَتۡ إِلَّا صَيۡحَةٗ وَٰحِدَةٗ فَإِذَا هُمۡ جَمِيعٞ لَّدَيۡنَا مُحۡضَرُونَ ٥٣
Başka değil, sâde bir tek sayha olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza ihzar edilmişlerdir.
Sadece bir tek çığlık olmuştur. Ve bir de bakarsınız ki; onların hepsi birden huzurumuza getirilmişlerdir.
Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır.
(Bu), birtek sayhadan başkası değildir. Artık onlar topdan (ve) derhal izhaaren önümüze getirilmişlerdir.
Sadece bir tek nara olur, hemen onların hepsi huzurumuza getirilirler.
فَٱلۡيَوۡمَ لَا تُظۡلَمُ نَفۡسٞ شَيۡـٔٗا وَلَا تُجۡزَوۡنَ إِلَّا مَا كُنتُمۡ تَعۡمَلُونَ ٥٤
Artık bu gün hiç kimseye zerrece zulmedilmez, ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.
Artık bugün, kimseye hiç bir haksızlıkta bulunulmaz. Ve siz, yapar olduklarınızdan başkasıyla cezalandırılmazsınız.
O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.
İşte bugün kimseye hiçbir şeyle haksızlık edilmez. Siz de yapar olduğunuzdan başkasiyle mukaabele görmezsiniz.
O gün, hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz ve siz ancak yaptığınızın cezasını çekersiniz.
إِنَّ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ ٱلۡيَوۡمَ فِي شُغُلٖ فَٰكِهُونَ ٥٥
Cidden eshab-ı cennet bu gün bir şuğl içinde zevk etmektedirler.
Muhakkak ki bugün cennet ashabı bir meşguliyet içinde mutlu ve sevinçlidirler.
Şüphesiz cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler.
Şübhe yok ki bugün cennet yârânı mesruru handan bir zevk ve eğlence içindedirler.
Doğrusu bugün, cennetlikler eğlence ile meşguldürler.
هُمۡ وَأَزۡوَٰجُهُمۡ فِي ظِلَٰلٍ عَلَى ٱلۡأَرَآئِكِ مُتَّكِـُٔونَ ٥٦
Kendileri ve zevceleri erîkeler üzerine kurulmuşlardır.
Onlar ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır.
Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar.
Kendileri de, zevceleri de (cennet) gölgeler (in) dedirler. Tahtların üstüne kurulub dayanmışlardır.
Kendileri ve eşleri gölgelerde, koltuklara yaslanmışlar.
لَهُمۡ فِيهَا فَٰكِهَةٞ وَلَهُم مَّا يَدَّعُونَ ٥٧
Onlara orada bir meyve var: hem onlara orada ne iddia ederlerse var.
Orada meyveler onlarındır. Ve her istedikleri kendilerinindir.
Onlar için orada meyveler vardır. Onlar için diledikleri her şey vardır.
Orada taze yemiş (ler) onların, temennî edecekleri herşey onlarındır.
Orada her çeşit meyve onlar içindir. Bütün arzuları yerine getirilir.
سَلَٰمٞ قَوۡلٗا مِّن رَّبّٖ رَّحِيمٖ ٥٨
Bir selâm, Rahim bir rabdan kelâm.
Rahim Rabblarından bir de; selam, sözü.
Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır).
Çok esirgeyici Rab (lerin) den bir de selâm (var) dır.
Merhametli olan Rabb katından onlara selâm vardır.
وَٱمۡتَٰزُواْ ٱلۡيَوۡمَ أَيُّهَا ٱلۡمُجۡرِمُونَ ٥٩
Ve haydin ayrılın bu gün ey mücrimler!
Ayrılın bugün, ey suçlular.
(Allah, şöyle der:) “Ey suçlular! Ayrılın bu gün!”
«Ey günahkârlar, bugün siz (bir tarafa) ayrılın»!
Ey suçlular, bugün şöyle ayrılın.
۞ أَلَمۡ أَعۡهَدۡ إِلَيۡكُمۡ يَٰبَنِيٓ ءَادَمَ أَن لَّا تَعۡبُدُواْ ٱلشَّيۡطَٰنَۖ إِنَّهُۥ لَكُمۡ عَدُوّٞ مُّبِينٞ ٦٠
And vermedim mi size? "Ey adem oğulları! Şeytan’a kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır" diye.
Ey Ademoğulları; Ben, size; şeytana tapmayın, o muhakkak ki sizin apaçık bir düşmanınızdır, diye ahdetmedim mi?
(60-61) “Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”
(60-61) Ey Âdem oğulları, «Şeytana tapmayın. Çünkü o, sizin için (Rabbinizden) ayıran bir düşmandır, Bana ibâdet edin. işte dosdoğru yo! budur» diye size emr etmedim mi? (buyuracak).
Ey insanoğulları, size and vermedim mi? Şeytana tapmayın o sizin apaçık düşmanınızdır.