بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَإِذۡ قَالَ لُقۡمَٰنُ لِٱبۡنِهِۦ وَهُوَ يَعِظُهُۥ يَٰبُنَيَّ لَا تُشۡرِكۡ بِٱللَّهِۖ إِنَّ ٱلشِّرۡكَ لَظُلۡمٌ عَظِيمٞ ١٣
Hani Lukman, oğluna — o ona öğüd verirken — (şöyle) demişdi: «Oğulcağızım, Allaha ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür».
وَوَصَّيۡنَا ٱلۡإِنسَٰنَ بِوَٰلِدَيۡهِ حَمَلَتۡهُ أُمُّهُۥ وَهۡنًا عَلَىٰ وَهۡنٖ وَفِصَٰلُهُۥ فِي عَامَيۡنِ أَنِ ٱشۡكُرۡ لِي وَلِوَٰلِدَيۡكَ إِلَيَّ ٱلۡمَصِيرُ ١٤
Biz insana ana ve babasını tavsiye etdik. Onun anası kendisini za'f üstüne za'f ile taşımışdır. Sütden ayrılması da iki yıl (sürmüşdür). «Bana ve ana ve babana şükret. Dönüşün ancak banadır» (dedik).
وَإِن جَٰهَدَاكَ عَلَىٰٓ أَن تُشۡرِكَ بِي مَا لَيۡسَ لَكَ بِهِۦ عِلۡمٞ فَلَا تُطِعۡهُمَاۖ وَصَاحِبۡهُمَا فِي ٱلدُّنۡيَا مَعۡرُوفٗاۖ وَٱتَّبِعۡ سَبِيلَ مَنۡ أَنَابَ إِلَيَّۚ ثُمَّ إِلَيَّ مَرۡجِعُكُمۡ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمۡ تَعۡمَلُونَ ١٥
Eğer onlar sence ilimde (yeri) olmadık her hangi bir şey'i bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendilerine itaat etme. Onlarla dünyâda iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy. Nihayet dönüşünüz ancak banadır. (O vakit) ben de size ne yapıyordunuz, haber veririm.
يَٰبُنَيَّ إِنَّهَآ إِن تَكُ مِثۡقَالَ حَبَّةٖ مِّنۡ خَرۡدَلٖ فَتَكُن فِي صَخۡرَةٍ أَوۡ فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ أَوۡ فِي ٱلۡأَرۡضِ يَأۡتِ بِهَا ٱللَّهُۚ إِنَّ ٱللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٞ ١٦
«Oğulcağızım, hakıykat (yapdığın iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi kadar olsa dahi, bir kaya içinde, ya göklerde, yahud yerin içinde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu getirir, (meydana çıkarır ve hesabını görür). Çünkü Allah lâtıyfdir, hakkıyle haberdârdır».
يَٰبُنَيَّ أَقِمِ ٱلصَّلَوٰةَ وَأۡمُرۡ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَٱنۡهَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِ وَٱصۡبِرۡ عَلَىٰ مَآ أَصَابَكَۖ إِنَّ ذَٰلِكَ مِنۡ عَزۡمِ ٱلۡأُمُورِ ١٧
«Oğulcağızım, namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten vaz geçirmiye çalış. Sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isaabet eden şeylere katlan. Çünkü bunlar kat'î suretde farzedilen umurdandır».
وَلَا تُصَعِّرۡ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمۡشِ فِي ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخۡتَالٖ فَخُورٖ ١٨
«İnsanlardan (kibirlenib) yüzünü çevirme. Yer (yüzün) de şımarık yürüme. Zîrâ Allah her kibir taslayanı, kendini beğenib öğüneni sevmez».
وَٱقۡصِدۡ فِي مَشۡيِكَ وَٱغۡضُضۡ مِن صَوۡتِكَۚ إِنَّ أَنكَرَ ٱلۡأَصۡوَٰتِ لَصَوۡتُ ٱلۡحَمِيرِ ١٩
«Yürüyüşünde mu'tedil ol. Sesini alçalt. Seslerin en çirkini, hakıykat, eşeklerin anırışıdır»!
أَلَمۡ تَرَوۡاْ أَنَّ ٱللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِي ٱلۡأَرۡضِ وَأَسۡبَغَ عَلَيۡكُمۡ نِعَمَهُۥ ظَٰهِرَةٗ وَبَاطِنَةٗۗ وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يُجَٰدِلُ فِي ٱللَّهِ بِغَيۡرِ عِلۡمٖ وَلَا هُدٗى وَلَا كِتَٰبٖ مُّنِيرٖ ٢٠
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini Allahın, muhakkak sizin için müsahhar kıldığını, açık ve gizli bir çok ni'metlerini sizin üzerinizde bol bol tamamladığını görmediniz mi? İnsanlar içinde — hiçbir ilmi, hiçbir rehberi ve tenvir edici hiçbir kitabı yokken — haalâ Allah hakkında mücâdele eden kimseler vardır.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ٱتَّبِعُواْ مَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ قَالُواْ بَلۡ نَتَّبِعُ مَا وَجَدۡنَا عَلَيۡهِ ءَابَآءَنَآۚ أَوَلَوۡ كَانَ ٱلشَّيۡطَٰنُ يَدۡعُوهُمۡ إِلَىٰ عَذَابِ ٱلسَّعِيرِ ٢١
Onlara: «Allahın indirdiğine tâbi' olun» denildiği zaman «Hayır, dediler, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylere uyarız». Ya şeytan onları yalınlı (cehennem) azâb (ın) a çağırıyor idiyse?
۞ وَمَن يُسۡلِمۡ وَجۡهَهُۥٓ إِلَى ٱللَّهِ وَهُوَ مُحۡسِنٞ فَقَدِ ٱسۡتَمۡسَكَ بِٱلۡعُرۡوَةِ ٱلۡوُثۡقَىٰۗ وَإِلَى ٱللَّهِ عَٰقِبَةُ ٱلۡأُمُورِ ٢٢
Kim nefsini (bilkülliyye) Allaha, Onu görür gibi, teslîm ederse muhakkak ki o, en sağlam kulpa yapışmış olur. (Bütün) işlerin sonu ancak Allaha (dayanır).
وَمَن كَفَرَ فَلَا يَحۡزُنكَ كُفۡرُهُۥٓۚ إِلَيۡنَا مَرۡجِعُهُمۡ فَنُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوٓاْۚ إِنَّ ٱللَّهَ عَلِيمُۢ بِذَاتِ ٱلصُّدُورِ ٢٣
Kim küfrederse (Habîbim) onun küfrü sana hüzün vermesin. Onların dönüşü ancak bizedir. Biz de (o zaman) onların neler yapdıklarını haber veririz. Şübhe yok ki Allah sinelerde gizli olan şeyleri bile hakkıyle bilendir.