بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَنُمَكِّنَ لَهُمۡ فِي ٱلۡأَرۡضِ وَنُرِيَ فِرۡعَوۡنَ وَهَٰمَٰنَ وَجُنُودَهُمَا مِنۡهُم مَّا كَانُواْ يَحۡذَرُونَ ٦
Ve arzda onlara kuvvet ve müknet verelim de Firavun’a ve ordularına onlardan kortukları şeyi gösterelim.
Ve onları memleketlerine yerleştirelim, Firavun' a Haman'a ve ikisinin askerlerine çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun’a, Hâmân’a ve ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim.
Onlara o yerde kudret (ve haakimiyyet) verelim, Fir'avna, Hâmâne ve bunların ordularına da onlardan kocunmakda oldukları şey'i (başlarına getirib) gösterelim.
Ve onları o ülkede hakim kılalım. Firavun'a Haman'a ve askerlerine; başlarına gelmesinden korktukları şeyi gösterelim.
وَأَوۡحَيۡنَآ إِلَىٰٓ أُمِّ مُوسَىٰٓ أَنۡ أَرۡضِعِيهِۖ فَإِذَا خِفۡتِ عَلَيۡهِ فَأَلۡقِيهِ فِي ٱلۡيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحۡزَنِيٓۖ إِنَّا رَآدُّوهُ إِلَيۡكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ ٱلۡمُرۡسَلِينَ ٧
O esnada Musâ’nın anasına şu vahyi verdik: onu emzir, derken aleyhinde bir korku hissettin mi o vakit onu deryaya bırakıver, hem korkma ve mahzun olma, biz muhakkak onu sana iade edeceğiz ve kendisini mürselînden yapacağız.
Musa'nın annesine: Onu emzir. Başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu suya bırak. Korkma, üzülme, şüphesiz onu, Biz; sana döndürecek ve peygamber yapacağız, diye vahyettik.
Mûsâ’nın annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil’e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız” diye ilham ettik.
Musânın anasına: «Onu emzir, ona karşı sana bir tehlike gelirse kendisini denize bırak, (boğulacağından) korkma, (firakından) kederlenme. Çünkü biz onu yine sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız» diye vahyetdik.
Musa'nın annesine, «Çocuğu emzir. Başına bir şey gelmesinden korkuyorsan bir sandık içinde suya bırak, korkma, üzülme, biz onu tekrar sana vereceğiz ve onu peygamber yapacağım» diye bildirmiştik.
فَٱلۡتَقَطَهُۥٓ ءَالُ فِرۡعَوۡنَ لِيَكُونَ لَهُمۡ عَدُوّٗا وَحَزَنًاۗ إِنَّ فِرۡعَوۡنَ وَهَٰمَٰنَ وَجُنُودَهُمَا كَانُواْ خَٰطِـِٔينَ ٨
Bunun üzerine âli Firavun onu lekıyt olarak aldı, çünkü ileride kendilerine bir düşman, bir gamm olacaktı Doğrusu Firavun de Hamân de, askerleri de hep cânîlerdiler.
Firavun'un adamları bunun üzerine onu aldılar. Çünkü o, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Zira Firavun, Haman ve askerleri gerçekten suçlu idiler.
Nihayet Firavun ailesi kendilerine düşman ve üzüntü kaynağı olacak olan o çocuğu bulup aldı. Şüphesiz Firavun, (veziri) Hâmân ve onların askerleri hata yapıyorlardı.
Bunun üzerine Fir'avnın adamları onu yetik olarak aldı (lar). Çünkü o, aakıbet kendileri için bir düşman ve bir tasa olacakdı. Çünkü Fir'avn da, Hâmân da, bunların orduları da suçlu (insan) lardı.
Nihayet Firavun ailesi onu buldu ve aldı. Çünkü o, sonunda kendileri için bir düşman ve dert olacaktı. Şüphesiz Firavun, Haman ve askerleri suçlu oldukları için yanılıyorlardı.
وَقَالَتِ ٱمۡرَأَتُ فِرۡعَوۡنَ قُرَّتُ عَيۡنٖ لِّي وَلَكَۖ لَا تَقۡتُلُوهُ عَسَىٰٓ أَن يَنفَعَنَآ أَوۡ نَتَّخِذَهُۥ وَلَدٗا وَهُمۡ لَا يَشۡعُرُونَ ٩
Firavun’un hatunu ise "bir göz bebeği: bana ve sana, bunu öldürmeyin, belki bize yarar, yâhud evlâd ediniriz" dedi ve onlar farkında değillerdi.
Firavun'un karısı dedi ki: Benim de, senin de gözün aydın olsun. Onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur veya onu oğul ediniriz. Ve onlar, farkında değillerdi.
Firavun’un karısı şöyle dedi: “Bana da, sana da göz aydınlığı (bir çocuk)! Sakın onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat ediniriz.” Oysaki onlar (olacak şeylerin) farkında değillerdi.
Fir'avnın karısı dedi ki: «Benim için de, senin için de bir göz bebeği! Onu öldürmeyin. Olur ki bize fâidesi dokunur, yahud onu bir evlâd ediniriz». Halbuki onlar (işin) farkında değillerdi!
Firavun'un karısı; «İkimizin de gözü aydın! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz» dedi. Onu almakla hata ettiklerini bilmiyorlardı.
وَأَصۡبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَىٰ فَٰرِغًاۖ إِن كَادَتۡ لَتُبۡدِي بِهِۦ لَوۡلَآ أَن رَّبَطۡنَا عَلَىٰ قَلۡبِهَا لِتَكُونَ مِنَ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ١٠
Musâ’nın anasının gönlü ise bomboş sabahı etti, az daha onu açıverecekti: kalbine râbıta vermese idik eğer imanlılardan olsun diye.
Musa'nın annesi, yüreği bomboş sabah etti. Şayet inananlardan olması için kalbini pekiştirmemiş olsaydık; neredeyse onu açığa vuracaktı.
Mûsâ’nın anasının kalbi bomboş kaldı. Eğer biz (çocuğu ile ilgili sözümüze) inancını koruması için kalbine güç vermeseydik, neredeyse bunu açıklayacaktı.
Musânın anası — yüreği (evlâdından başka bir şeyden) bomboş olarak — sabahladı. Eğer (Allahın vadine) inananlardan olması için kalbine (sabr-ü sükûn ile) rabıta vermeseydik az daha onu mutlak açığa vuracakdı.
Musa'nın annesi, gönlü bomboş, sabaha kadar oğlunu düşündü. Eğer biz, vaadimize inananlardan olması için kalbini iyice pekiştirmemiş olsaydık, saraya alınan çocuğun oğlu olduğunu açığa vuracaktı.
وَقَالَتۡ لِأُخۡتِهِۦ قُصِّيهِۖ فَبَصُرَتۡ بِهِۦ عَن جُنُبٖ وَهُمۡ لَا يَشۡعُرُونَ ١١
Onun hemşiresine izini takip et de demişti, o da uzaktan gözetti, onlar farkında değillerdi.
Onun kızkardeşine dedi ki: Onu izle, o da kimse farkına varmadan onu uzaktan gözetledi.
Annesi, Mûsâ’nın kız kardeşine, “Onu takip et” dedi. O da Mûsâ’yı, onlar farkına varmadan uzaktan gözledi.
(Musânın) kız kardeşine dedi ki: «Onun izini ta'kıyb et». O da, berikiler farkında olmayarak, onu uzakdan gözetledi.
Annesi Musa'nın ablasına; «Onun izini takip et» dedi. O da kimse farkına varmadan, Musa'yı gözetledi.
۞ وَحَرَّمۡنَا عَلَيۡهِ ٱلۡمَرَاضِعَ مِن قَبۡلُ فَقَالَتۡ هَلۡ أَدُلُّكُمۡ عَلَىٰٓ أَهۡلِ بَيۡتٖ يَكۡفُلُونَهُۥ لَكُمۡ وَهُمۡ لَهُۥ نَٰصِحُونَ ١٢
Önceden ona emzikcileri haram etmiştik bu vesîle ile vardı da sizin hesabınıza bunun bakımını deruhde edecek hem ona hayırhahâne bakacak bir ehl-i beyt buluvereyim mi size? Dedi.
Önceden Biz, onun süt annelerin memesini kabul etmemesini sağladık. Bunun üzerine hemşiresi: Size, sizin adınıza ona bakacak ve iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi? dedi.
Biz, daha önce onun, süt analarının sütünü emmemesini sağladık. Kız kardeşi, “Size onun bakımını, sizin adınıza üstlenecek ve ona içtenlik ve şefkatle davranacak bir aile göstereyim mi?” dedi.
Biz daha evvel ona süt analar (ın sütünü emmeyi) haram etmişdik. Bunun üzerine (hemşiresi onlara:) «Sizin için onun bakımını te'mîn edecek, kendileri buna hayırhah olacak bir aaile hakkında size delâletde bulunayım mı?» dedi.
Önceden, süt annelerinin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası; «Sizin için onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verip onu güzelce eğitecek bir aileyi göstereyim mi?» dedi
فَرَدَدۡنَٰهُ إِلَىٰٓ أُمِّهِۦ كَيۡ تَقَرَّ عَيۡنُهَا وَلَا تَحۡزَنَ وَلِتَعۡلَمَ أَنَّ وَعۡدَ ٱللَّهِ حَقّٞ وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَهُمۡ لَا يَعۡلَمُونَ ١٣
Bu suretle onu anasına iâde eyledik ki gözü aydın olsun da hüzünlenmesin ve bilsin ki Allah’ın vaadi muhakkak haktır ve lâkin çokları bilmezler.
Böylece onun gözü aydın olsun, tasalanmasın ve Allah'ın vaadinin mutlak gerçek olduğunu bilsin diye, annesine geri verdik. Ama onların çoğu bilmezler.
Böylece biz, anasının gözü aydın olsun ve üzülmesin, Allah’ın va’dinin hak olduğunu bilsin diye onu anasına geri döndürdük. Fakat onların pek çoğu bunu bilmezler.
İşte (böylece) onu anasına iaade etdik. Tâki gözü aydın olsun, tasalanmasın, Allahın va'dinin şübhesiz bir hak olduğunu bilsin. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
Böylece biz onu annesine geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin. Fakat çoğu bunu bilmez.
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُۥ وَٱسۡتَوَىٰٓ ءَاتَيۡنَٰهُ حُكۡمٗا وَعِلۡمٗاۚ وَكَذَٰلِكَ نَجۡزِي ٱلۡمُحۡسِنِينَ ١٤
Vaktâ ki kıvamına erip dengini buldu ona bir hâkimiyyetle bir ilim verdik ve işte muhsinlere böyle mükâfat ederiz.
Erginlik çağına erişip olgunlaşınca, Biz ona ilim ve hikmet verdik. İyi davrananları işte böylece mükafatlandırırız.
Mûsâ, olgunluk çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca, biz ona ilim ve hikmet verdik. Biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız.
Vaktaki (Musa) civanlığına erib olgunlaşdı. Biz ona hikmet ve ilim verdik. İyi hareket edenleri biz böyle mükâfatlandırırız.
Musa, yiğitlik çağına gelip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız.
وَدَخَلَ ٱلۡمَدِينَةَ عَلَىٰ حِينِ غَفۡلَةٖ مِّنۡ أَهۡلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيۡنِ يَقۡتَتِلَانِ هَٰذَا مِن شِيعَتِهِۦ وَهَٰذَا مِنۡ عَدُوِّهِۦۖ فَٱسۡتَغَٰثَهُ ٱلَّذِي مِن شِيعَتِهِۦ عَلَى ٱلَّذِي مِنۡ عَدُوِّهِۦ فَوَكَزَهُۥ مُوسَىٰ فَقَضَىٰ عَلَيۡهِۖ قَالَ هَٰذَا مِنۡ عَمَلِ ٱلشَّيۡطَٰنِۖ إِنَّهُۥ عَدُوّٞ مُّضِلّٞ مُّبِينٞ ١٥
Bir de şehre girdi ehalisinin bir gaflet demi idi, derken orada iki adam buldu döğüşüyorlardı biri şiyasından biri de düşmanından, binaenaleyh şiyasından olan ondan düşmanından olana karşı istimdad etti Musâ da ona bir yumruk indirdi işini bitiriverdi, bu dedi: Şeytan’ın işinden, o cidden şaşırtıcı belli bir düşman.
O, halkının haberi olmadığı bir sırada şehre girdi ve birbiriyle dövüşen iki adam gördü. Şu, kendi adamlarından, bu da düşmanlarındandı. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine Musa düşmanına bir yumruk indirdi ve ölümüne sebep oldu. Bu, şeytanın işidir. Zira o, apaçık saptıran bir düşmandır, dedi.
Mûsâ, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri düşmanı tarafından; kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Mûsâ da ona bir yumruk indirip onu öldürdü. Mûsâ, “Bu şeytanın işidir. O, gerçekten apaçık bir saptırıcı düşmandır” dedi.
(Musa), ehâlîsinin gaflet üzere bulunduğu bir zamanda şehre girdi de (orada) birbiriyle kavga etmekde olan iki adam gördü. Şu kendi tarafdarlarından, bu da düşman (lar) ındandı. Derken tarafdarlarından olan (adam), düşmanının aleyhinde imdâd istedi. Bunun üzerine (Musa) onu bir yumruk vurub öldürdü. «Bu, dedi, şeytanın iş (ler) indendir. O, hakıykat şaşırtıcı, apaçık bir düşman».
Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi. Orada, biri kendi tarafından diğeri düşman tarafından olan iki adamın birbiriyle dövüştüklerini gördü. Kendi tarafından olan, düşman olana karşı Musa'dan yardım istedi. Musa'da onun düşmanına bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. Sonrada; «Bu şeytanın işidir; çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır.» dedi.
قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمۡتُ نَفۡسِي فَٱغۡفِرۡ لِي فَغَفَرَ لَهُۥٓۚ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡغَفُورُ ٱلرَّحِيمُ ١٦
Ya Rabb dedi: doğrusu ben nefsime yazık ettim, artık mağrifetinle benim suçumu ört: O da mağrifet buyurdu, hakikat O, öyle Gafur öyle Rahimdir.
Dedi ki: Rabbım; doğrusu kendime zulmettim. Bağışla beni. Bunun üzerine onu bağışladık. Muhakkak ki O'dur O; Gafur, Rahim.
Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Dedi: «Rabbim, ben cidden kendime yazık etdim. Artık beni yarlığa». Bunun üzerine (Allah) onu yarlığadı. Çünkü O, çok yarlığayıcı, çok esirgeyici olanın ta kendisidir.
Musa; «Rabb'im! Ben nefsime zulmettim, beni bağışla» dedi. Allah onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.