بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ

وَقَالَ مُوسَىٰ رَبِّيٓ أَعۡلَمُ بِمَن جَآءَ بِٱلۡهُدَىٰ مِنۡ عِندِهِۦ وَمَن تَكُونُ لَهُۥ عَٰقِبَةُ ٱلدَّارِۚ إِنَّهُۥ لَا يُفۡلِحُ ٱلظَّٰلِمُونَ ٣٧

Musa; «Rabb'im, katında bir doğruluk rehberini kimin getirdiğini ve bu dünyâ hayatının sonunda güzel sonucun kime nasip olacağını daha iyi biliyor. Muhakkak ki, zalimler iflah olmaz» dedi.

– Seyyid Kutub

وَقَالَ فِرۡعَوۡنُ يَٰٓأَيُّهَا ٱلۡمَلَأُ مَا عَلِمۡتُ لَكُم مِّنۡ إِلَٰهٍ غَيۡرِي فَأَوۡقِدۡ لِي يَٰهَٰمَٰنُ عَلَى ٱلطِّينِ فَٱجۡعَل لِّي صَرۡحٗا لَّعَلِّيٓ أَطَّلِعُ إِلَىٰٓ إِلَٰهِ مُوسَىٰ وَإِنِّي لَأَظُنُّهُۥ مِنَ ٱلۡكَٰذِبِينَ ٣٨

Firavun; «Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum. Ey Haman, haydi, benim için çamur üzerinde ateş yak ve tuğla imal et, bana bir kule yap ki, Musa'nın tanrısına çıkayım; ancak sanıyorum ki, O mutlak yalan söyleyenlerdendir» dedi.

– Seyyid Kutub

وَٱسۡتَكۡبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُۥ فِي ٱلۡأَرۡضِ بِغَيۡرِ ٱلۡحَقِّ وَظَنُّوٓاْ أَنَّهُمۡ إِلَيۡنَا لَا يُرۡجَعُونَ ٣٩

Firavun ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekte Bize döndürülmeyeceklerini sandılar.

– Seyyid Kutub

فَأَخَذۡنَٰهُ وَجُنُودَهُۥ فَنَبَذۡنَٰهُمۡ فِي ٱلۡيَمِّۖ فَٱنظُرۡ كَيۡفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلظَّٰلِمِينَ ٤٠

Biz de onu ve askerlerini yakalayıp suya attık. Bir bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu.

– Seyyid Kutub

وَجَعَلۡنَٰهُمۡ أَئِمَّةٗ يَدۡعُونَ إِلَى ٱلنَّارِۖ وَيَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِ لَا يُنصَرُونَ ٤١

Biz onları ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.

– Seyyid Kutub

وَأَتۡبَعۡنَٰهُمۡ فِي هَٰذِهِ ٱلدُّنۡيَا لَعۡنَةٗۖ وَيَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِ هُم مِّنَ ٱلۡمَقۡبُوحِينَ ٤٢

Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık. Kıyamet günü de iğrenç kimselerden olacaklar.

– Seyyid Kutub

وَلَقَدۡ ءَاتَيۡنَا مُوسَى ٱلۡكِتَٰبَ مِنۢ بَعۡدِ مَآ أَهۡلَكۡنَا ٱلۡقُرُونَ ٱلۡأُولَىٰ بَصَآئِرَ لِلنَّاسِ وَهُدٗى وَرَحۡمَةٗ لَّعَلَّهُمۡ يَتَذَكَّرُونَ ٤٣

Andolsun biz, ilk nesilleri helak ettikten sonra Musa'ya, insanların kalp gözlerini aydınlatacak nur ve onlara yol gösterici olarak Kitab'ı verdik. Belki düşünür, öğüt alırlar diye.

– Seyyid Kutub

وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ ٱلۡغَرۡبِيِّ إِذۡ قَضَيۡنَآ إِلَىٰ مُوسَى ٱلۡأَمۡرَ وَمَا كُنتَ مِنَ ٱلشَّٰهِدِينَ ٤٤

Ey Muhammed! Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz zaman sen mukaddes vadinin batı tarafında değildin, onu görenlerden de değildin.

– Seyyid Kutub

وَلَٰكِنَّآ أَنشَأۡنَا قُرُونٗا فَتَطَاوَلَ عَلَيۡهِمُ ٱلۡعُمُرُۚ وَمَا كُنتَ ثَاوِيٗا فِيٓ أَهۡلِ مَدۡيَنَ تَتۡلُواْ عَلَيۡهِمۡ ءَايَٰتِنَا وَلَٰكِنَّا كُنَّا مُرۡسِلِينَ ٤٥

Biz nice nesiller var etmiştik de onların üzerinden uzun zamanlar geçti. Ey Muhammed! Sen Medyen halkı arasında bulunup onlara ayetlerimizi okumuyordun. Fakat o haberleri sana gönderen biziz.

– Seyyid Kutub

وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ ٱلطُّورِ إِذۡ نَادَيۡنَا وَلَٰكِن رَّحۡمَةٗ مِّن رَّبِّكَ لِتُنذِرَ قَوۡمٗا مَّآ أَتَىٰهُم مِّن نَّذِيرٖ مِّن قَبۡلِكَ لَعَلَّهُمۡ يَتَذَكَّرُونَ ٤٦

Sen Musa'ya hitab ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Fakat Rabb'inden bir rahmet olarak orada geçenleri sana bildirdik ki senden önce bir uyarıcı peygamber gelmemiş olan kavmi uyarasın; belki düşünüp öğüt alırlar.

– Seyyid Kutub

وَلَوۡلَآ أَن تُصِيبَهُم مُّصِيبَةُۢ بِمَا قَدَّمَتۡ أَيۡدِيهِمۡ فَيَقُولُواْ رَبَّنَا لَوۡلَآ أَرۡسَلۡتَ إِلَيۡنَا رَسُولٗا فَنَتَّبِعَ ءَايَٰتِكَ وَنَكُونَ مِنَ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ٤٧

Kendi elleriyle yaptıkları günahlar yüzünden başlarına bir felaket geldiği zaman; «Rabbimiz ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de ayetlerine uysak ve mü'minlerden olsaydık» demesinler diye peygamber gönderdik.

– Seyyid Kutub

AYARLAR
Okuyucu