بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَلَمَّا جَآءَ سُلَيۡمَٰنَ قَالَ أَتُمِدُّونَنِ بِمَالٖ فَمَآ ءَاتَىٰنِۦَ ٱللَّهُ خَيۡرٞ مِّمَّآ ءَاتَىٰكُمۚ بَلۡ أَنتُم بِهَدِيَّتِكُمۡ تَفۡرَحُونَ ٣٦
Bunun üzerine gönderilen Süleyman’a vardığı vakit siz, dedi: mal ile bana imdad mı ediyorsunuz? Bakın Allah’ın bana verdiği size verdiğinden daha iyi, hayır siz hediyyenize güveniyorsunuz.
Süleyman'a geldiklerinde dedi ki: Bana mal ile mi yardım etmek istiyorsunuz? Halbuki Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Belki siz, hediyyenizle sevinirsiniz.
(Elçilerin sözcüsü) Süleyman’ın huzuruna gelince, Süleyman ona şöyle dedi: “Siz beni mal ile desteklemek (ve böylece etkilemek) mi istiyorsunuz? Oysa Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Fakat hediyenizle ancak siz sevinirsiniz.”
Bunun üzerine vaktaki (o gönderilen hey'et) Süleymana geldi, (Süleyman) dedi ki: «Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? İşte Allahın bana verdiği (ni'metler ki onlar) size verdiğinden daha çok hayırlıdır. Belki siz hediyyenizle böbürlenirsiniz».
Kraliçenin elçisi gelince Süleyman ona dedi ki; «Beni mal ile mi kandıracaksınız? Allah'ın bana bağışladığı ayrıcalıklar size verdiklerinden daha üstündür. Siz bu hediyenizle övünebilirsiniz?»
ٱرۡجِعۡ إِلَيۡهِمۡ فَلَنَأۡتِيَنَّهُم بِجُنُودٖ لَّا قِبَلَ لَهُم بِهَا وَلَنُخۡرِجَنَّهُم مِّنۡهَآ أَذِلَّةٗ وَهُمۡ صَٰغِرُونَ ٣٧
Dön onlara, vallahi karşı gelemiyecekleri ordularla varırım da oradan kendilerini zilletler içinde hor, hakıyr oldukları halde çıkarırım.
Geri rötür onlara. Andolsun ki; güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkartırım.
“Sen onlara dön. Andolsun, biz onlara, karşı koyamayacakları ordularla gelir ve onları oradan aşağılanmış ve küçük düşürülmüş olarak çıkarırız.”
«Dön onlara. Andolsun önüne geçemeyecekleri ordularla onlara gelir, onları, hor ve hakîr oldukları halde, oradan çıkarırım».
Şimdi efendilerine dön. Yemin ederim ki, karşı koyamayacakları kadar güçlü bir ordu ile üzerlerine yürürüz. Ve onurlarını çiğneyerek burunlarını yere sürte sürte onları yurtlarından çıkarırız.
قَالَ يَٰٓأَيُّهَا ٱلۡمَلَؤُاْ أَيُّكُمۡ يَأۡتِينِي بِعَرۡشِهَا قَبۡلَ أَن يَأۡتُونِي مُسۡلِمِينَ ٣٨
Ey heyet, dedi: kendileri teslim olarak bana gelmezden evvel o kadının tahtını bana kim getirir?
Dedi ki: Ey ileri gelenler; kendileri bana müslüman olarak gelmeden önce hanginiz onun tahtını bana getirebilir?
Süleyman, “Ey ileri gelenler! Onlar bana teslim olmadan önce hanginiz bana onun (kraliçenin) tahtını getirebilir?”
(Süleyman) dedi: «Ey ileri gelenler, onun tahtını, kendilerinin bana müslüman olarak gelmelerinden evvel, hanginiz bana getirir»?
Süleyman (yanındakilere dönerek) Ey devletin ileri gelenleri, bu adamlar boyun eğerek huzuruma gelmeden önce hanginiz kraliçenin o tahtını bana getirebilir? dedi.
قَالَ عِفۡرِيتٞ مِّنَ ٱلۡجِنِّ أَنَا۠ ءَاتِيكَ بِهِۦ قَبۡلَ أَن تَقُومَ مِن مَّقَامِكَۖ وَإِنِّي عَلَيۡهِ لَقَوِيٌّ أَمِينٞ ٣٩
Cin’den bir ifrit, ben, dedi: onu sana sen makamından kalkmazdan evvel getiririm ve her halde ben buna karşı kuvvetli bir emînim.
Cinnlerden bir ifrit dedi ki: Sen; yerinden kalkmadan, onu sana getiririm, eminim ki buna gücüm yeter.
Cinlerden bir ifrit , ”Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim” dedi.
Cinden bir ifrit: «Sen makaamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Ben buna karşı her halde güvenilecek bir kuvvete mâlikim» dedi.
Cinlerin ele başlarından biri «Sen şu oturduğun yerden kalkmadan önce o tahtı sana getiririm. Hem bu işi başaracak gücüm vardır ve hem de bu konuda güvenilir bir kişiyim» dedi.
قَالَ ٱلَّذِي عِندَهُۥ عِلۡمٞ مِّنَ ٱلۡكِتَٰبِ أَنَا۠ ءَاتِيكَ بِهِۦ قَبۡلَ أَن يَرۡتَدَّ إِلَيۡكَ طَرۡفُكَۚ فَلَمَّا رَءَاهُ مُسۡتَقِرًّا عِندَهُۥ قَالَ هَٰذَا مِن فَضۡلِ رَبِّي لِيَبۡلُوَنِيٓ ءَأَشۡكُرُ أَمۡ أَكۡفُرُۖ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشۡكُرُ لِنَفۡسِهِۦۖ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيّٞ كَرِيمٞ ٤٠
Nezdinde kitaptan bir ilim bulunan zat ise: ben dedi: onu sana gözünü kırpmadan evvel getiririm, derken onu yanında duruyor görünce: bu Rabb’imin fazlından, dedi: Beni imtihan için ki şükür mü edeceğim? Yoksa küfran mı? Her kim şükr ederse sırf kendi lehine eder, her kim de küfranda bulunursa şüphe yok ki Rabbim ganiydir kerîmdir.
Nezdinde kitabdan bir bilgi bulunan da dedi ki: Gözünü açıp kapamadan ben, onu sana getiririm. Süleyman tahtı yanına yerleşivermiş görünce dedi ki: Bu, Rabbımın lutfundandır. Şükür mü yoksa küfür mü edeceğim diye beni sınamak içindir. Kim şükrederse; ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de küfrederse; muhakkak ki Rabbım; Gani'dir, Kerim'dir.
Kitaptan bilgisi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.”
Nezdinde kitabdan bir ilim olan (zât). «Ben, dedi, gözün sana dönmeden (gözünü yumub açmadan) evvel onu sana getiririm». Vaktaki (Süleyman) onu yanında durur bir halde gördü, «Bu, dedi, Rabbimin fazl (-u lutf) ündendir. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim, beni imtihan etdiği içindir (bu). Kim şükrederse kendi fâidesinedir. Kim de nankörlük ederse şübhe yok ki Rabbim (onun şükründen) tamamen müstağnidir, (hem O) hakkıyle kerem saahibidir».
Kutsal Kitap kaynaklı bilgisi olan biri ise «Gözünü açıp kapamadan o tahtı sana getireyim» dedi. Süleyman tahtı önünde yere konmuş görünce, «Bu, şükür mü edeceğim yoksa, nankörce mi davranacağım diye beni sınavdan geçirmek isteyen Rabbimin bana yönelik bir lütfudur. Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, yüce Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve bağışı karşılıksızdır.» dedi.
قَالَ نَكِّرُواْ لَهَا عَرۡشَهَا نَنظُرۡ أَتَهۡتَدِيٓ أَمۡ تَكُونُ مِنَ ٱلَّذِينَ لَا يَهۡتَدُونَ ٤١
Ona, dedi: tahtını başkalaştırın bakalım hakıkati tanıyacak mı? Yoksa tanımazlardan mı olacak?
Dedi ki: Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım hidayeti bulabilecek mi, yoksa bulamayanlardan mı olacak?
Süleyman, “Tahtını tanınmaz hâle getirin. Bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayacaklardan mı olacak?” dedi.
(Süleyman) dedi ki: «Onun tahtını bilinmez şekle getirin. Bakalım (tanımıya) muvaffak olacak mı, yoksa muvaffak olamayacaklardan mı bulunacak»?
Sonra yanındakilere dönerek «Tahtı kraliçenin tanımayacağı şekilde değiştirin! bakalım onu tanıyabilecek mi, yoksa tanımayacak mı?» dedi.
فَلَمَّا جَآءَتۡ قِيلَ أَهَٰكَذَا عَرۡشُكِۖ قَالَتۡ كَأَنَّهُۥ هُوَۚ وَأُوتِينَا ٱلۡعِلۡمَ مِن قَبۡلِهَا وَكُنَّا مُسۡلِمِينَ ٤٢
Binaenaleyh geldiğinde böyle mi senin tahtın? Denildi, sanki o, maamafih bize ondan önce ilim verildi müslüman olduk dedi.
Böylece geldiğinde: Senin tahtın böyle miydi? denildi. O da: Sanki bu, odur. Ondan önce de bize bilgi verilmişti ve biz müslüman olmuştuk, dedi
Belkıs gelince, “Senin tahtın böyle mi?” denildi. O da, “Sanki o! Fakat zaten daha önce bize bilgi verilmişti ve biz teslimiyet göstermiştik” dedi.
Artık (kadın) gelince ona (şöyle) denildi: «Senin tahtın böyle mi idi»? (Kadın) dedi: «Sanki bu, odur. Ondan evvel de bize ilim verilmişdi ve biz müslüman olmuşduk».
Kraliçe gelince kendisine: «Bu senin tahtın mıdır? diye soruldu. O da dedi ki; «Sanki odur. Zaten bu mucizeden önce bize bilgi verilmiş ve biz senin çağrına boyun eğmeye hazırlanmıştık.»
وَصَدَّهَا مَا كَانَت تَّعۡبُدُ مِن دُونِ ٱللَّهِۖ إِنَّهَا كَانَتۡ مِن قَوۡمٖ كَٰفِرِينَ ٤٣
Mukaddemâ Allah’dan başka taptığı şeyler ona mâni olmuştu çünkü kâfir bir kavmden idi.
Onun Allah'ı bırakıp da tapmaya devam ettiği şey, kendisine mani olmuştu. Ve gerçekten o, küfreden bir kavimdendi.
Daha önce Allah’tan başka taptığı şeyler ona engel olmuştu. Çünkü o inkâr eden bir kavimden idi.
(Hayır) Onun Allâhı bırakıb tapmakda devam etdiği şey kendisi (nin İslâm) ına mâni' olmuşdu. Hakıykatde o, kâfirler gürûhundandı.
O'nu, Allah'ı bir yana bırakarak taptığı putlar doğru yola girmekten alıkoymuştu. Çünkü kafir toplumun bir üyesi idi.
قِيلَ لَهَا ٱدۡخُلِي ٱلصَّرۡحَۖ فَلَمَّا رَأَتۡهُ حَسِبَتۡهُ لُجَّةٗ وَكَشَفَتۡ عَن سَاقَيۡهَاۚ قَالَ إِنَّهُۥ صَرۡحٞ مُّمَرَّدٞ مِّن قَوَارِيرَۗ قَالَتۡ رَبِّ إِنِّي ظَلَمۡتُ نَفۡسِي وَأَسۡلَمۡتُ مَعَ سُلَيۡمَٰنَ لِلَّهِ رَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ٤٤
Köşke gir denildi ona, derken onu görünce derin bir su sandı ve paçalarından çemrendi, Süleyman, o dedi: mücellâ bir köşk, sırçadan, kadın Ya Rabb! Dedi: hakikaten ben evvel nefsime zulmetmişim, şimdi Süleymanın maıyyetinde teslim oldum Allah’a, o Rabb’ül-âlemîn’e.
Ona: Köşke gir, dendi. Onu görünce; derin bir su sandı ve iki ayağını açtı. Doğrusu bu, camdan yapılmış düzeltilmiş mücella bir açıklıktır, dedi. O: Rabbım; şüphesiz ben, kendime zulmetmişim. Süleyman'la beraber alemlerin Rabbı olan Allah'a teslim oldum, dedi.
Ona “köşke gir” denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman, ona “Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür” dedi. Belkıs, “Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.
Ona denildi ki: «Köşke gir». (Kadın) onu görünce, derin bir su sandı, iki ayağını aç (ıb sıva) dı. (Süleyman): «O, dedi, Hakıykaten sırçadan ma'mul, düzeltilmiş (ve şeffaf) bir açıklıkdır». (Kadın): «Ey Rabbim, hakıykat ben kendime yazık etmişim. Süleymanın maiyyetinde aalemlerin Rabbi olan Allaha teslîm oldum (müslüman oldum.)» dedi.
Ona “Köşke gir” denildi. Salonu görünce onu derin bir su sandı. Ve iki ayağını açtı. Süleyman da “Doğrusu bu camdan yapılmış mücella bir salondur” dedi. Kadın “Rabbim şüphesiz ben kendime zulmetmiştim. Süleyman’la beraber alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.
وَلَقَدۡ أَرۡسَلۡنَآ إِلَىٰ ثَمُودَ أَخَاهُمۡ صَٰلِحًا أَنِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ فَإِذَا هُمۡ فَرِيقَانِ يَخۡتَصِمُونَ ٤٥
Celâlim Hakk’ı için, Allah’a ibadet edin diye, Semûda da kardeşleri Salihi göndermiştik, derken bunlar iki fırka oldular çekişiyorlardı.
Andolsun ki; Semud'a da kardeşleri Salih'i; Allah'a ibadet edin, diye gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki grup oluverdiler.
Andolsun biz, “Allah’a kulluk edin” diye (uyarması için) Semûd kavmine, kardeşleri Salih’i peygamber olarak göndermiştik. Bir de ne görsün, onlar birbiriyle çekişen iki grup olmuşlar.
Andolsun ki biz Semud (kavmin) e de, Allaha ibâdet edin diye, biraderleri Saalihi gönderdik. Bir de ne görsün, onlar birbirleriyle çekişir iki fırka (oldular).
Semudoğullarına da «Allah'a kulluk ediniz» çağrısını seslendirsin diye kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Fakat Semudoğulları, birbirleri ile çatışan iki karşı gruba ayrıldılar.
قَالَ يَٰقَوۡمِ لِمَ تَسۡتَعۡجِلُونَ بِٱلسَّيِّئَةِ قَبۡلَ ٱلۡحَسَنَةِۖ لَوۡلَا تَسۡتَغۡفِرُونَ ٱللَّهَ لَعَلَّكُمۡ تُرۡحَمُونَ ٤٦
Ey benim kavmim! Dedi: niçin haseneden önce seyyieyi iviyorsunuz? Ne olur Allah’a istiğfar etseniz, belki rahmetine nâil olursunuz.
Salih dedi ki: Ey kavmim; niçin iyilikten önce çarçabuk kötülük istiyorsunuz? Merhamet olunmanız için Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı?
Salih, onlara “Ey kavmim! Niçin iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorsunuz? Merhamet edilmeniz için Allah’tan bağışlanma dileseniz ya!”
(Saalih) dedi ki: «Ey kavmim, niçin iyiden (ve güzelden) evvel çarçabuk kötüyü istiyorsunuz? Allahdan yarlığanmanızı istemeli değil misiniz? (Böyle yaparsanız) me'müldür ki esirgenirsiniz».
Salih onlara «Ey soydaşlarım, niye iyilikten önce kötülüğü istiyorsunuz, neden çarpılacağınız cezanın bir an önce başınıza gelmesini diliyorsunuz? Allah'tan af dilesenize, ; ola ki O'nun merhametinden pay alırsınız.»