بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
قَالَ ءَامَنتُمۡ لَهُۥ قَبۡلَ أَنۡ ءَاذَنَ لَكُمۡۖ إِنَّهُۥ لَكَبِيرُكُمُ ٱلَّذِي عَلَّمَكُمُ ٱلسِّحۡرَ فَلَسَوۡفَ تَعۡلَمُونَۚ لَأُقَطِّعَنَّ أَيۡدِيَكُمۡ وَأَرۡجُلَكُم مِّنۡ خِلَٰفٖ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمۡ أَجۡمَعِينَ ٤٩
Ona, dedi: ben size izin vermeden iman ettiniz, anlaşıldı ki o size sihri talim eden büyüğünüzmüş, o halde mutlak yakında bileceksiniz, çaresiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazına kestireceğim, hem muhakkak hepinizi çarmıha gerdireceğim".
Ben size izin vermezden önce mi ona inandınız? Şüphesiz size büyü öğreten büyüğünüzdür. Şimdi bileceksiniz; elbette ben, ellerinizi ve ayaklarınızı andolsun ki çaprazlama kestireceğim ve hepinizi astıracağım, dedi.
Firavun, “Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım” dedi.
(Fir'avn) dedi ki: «Ben size izin vermeden siz ona îman etdiniz ha! Hakıykat size büyüyü öğreten büyüğünüzmüş o! O halde yakında bileceksiniz. Herhalde sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesdireceğim, sizin topunuzu behemehal çarmıha gerdireceğim»!
Firavun, «ben izin vermeden O'na inandınız, öyle mi? Hiç kuşkusuz O size büyücülüğü öğreten elebaşınızdı. Ama yakında başınıza neler geleceğini öğreneceksiniz. Andolsun ki, sağlı sollu birer el ve ayağınızı kesecek ve arkasından hepinizi asacağım» dedi.
قَالُواْ لَا ضَيۡرَۖ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ ٥٠
Dediler: zararı yok, her halde biz Rabb’imize döneceğiz.
Onlar da dediler ki: Zararı yok. Biz muhakkak Rabbımıza dönenleriz.
Sihirbazlar şöyle dediler: “Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz.”
Dediler: «(Bunda) bize hiçbir zarar yok. Biz şübhesiz ki Rabbimize dönücüleriz».
Büyücüler de dediler ki, «zararı yok, nasıl olsa Rabb'imize döneceğiz.
إِنَّا نَطۡمَعُ أَن يَغۡفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَٰيَٰنَآ أَن كُنَّآ أَوَّلَ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ٥١
Her halde biz mü'minlerin evveli olduğumuzdan dolayı Rabbimiz’in bize mağfiret buyuracağını ümid ederiz.
Mü'minlerin ilki olmamızdan dolayı biz, gerçekten Rabbımızın hatalarımızı bağışlayacağını umarız.
“(Burada) ilk inananlar biz olduğumuz için şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.”
«Herhalde biz îman edenlerin ilki olduğumuz için Rabbimizin bizim günâhlarımızı yarlığayacağını umarız».
Bizler ilk inananlar olduğumuz için Rabb'imizin kusurlarımızı bağışlayacağını umarız.»
۞ وَأَوۡحَيۡنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنۡ أَسۡرِ بِعِبَادِيٓ إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ ٥٢
Hem Musâ’ya şu vahyi yerdik: kullarımı gece yürüt çünkü takip edileceksiniz.
Musa'ya da vahyetti ki: Kullarımı geceleyin yola çıkar. Şüphesiz siz, izleneceksiniz.
Biz Mûsâ’ya, “Kullarımı geceleyin yola çıkar, muhakkak ki takip edileceksiniz” diye vahyettik.
Muusâya: «Kullarımı gece yola çıkar. Çünkü ta'kîb edileceksiniz» diye vahyetdik.
Arkasından Musa'ya «Bana inanan kullarımı geceleyin yola çıkar; sizi takip edecekler» diye vahyettik.
فَأَرۡسَلَ فِرۡعَوۡنُ فِي ٱلۡمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ ٥٣
Firavun de şehirlere asker toplayıcılar gönderdi.
Bunun üzerine Firavun şehirlere toplayıcılar gönderdi.
Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
Fir'avn da şehirlere toplayıcılar gönderdi.
Firavun asker toplamakla görevli adamlarını şehirlere saldı.
إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ لَشِرۡذِمَةٞ قَلِيلُونَ ٥٤
Şunlar şüphe yok ki bir şirzime-i kaliledirler.
Şüphesiz ki bunlar; döküntü azınlıklarıdır.
Dedi ki, “Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur.”
«Şübhesiz ki bunlar (Isrâîl oğulları) azar azar birer cemâatdir».
Toplanan askerlerine dedi ki, «Bu adamlar, bir avuçluk, az sayıda bir toplulukturlar.»
وَإِنَّهُمۡ لَنَا لَغَآئِظُونَ ٥٥
Fakat hakkımızda çok gayz besliyorlar.
Ve gerçekten bize de büyük bir öfke beslemektedirler.
“Şüphesiz onlar bize öfke duyuyorlar.”
«(Böyle iken) onlar mutlakaa bizi darıltıcıdırlar».
Fakat bizi öfkelendiriyorlar.
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَٰذِرُونَ ٥٦
Biz ise uyanık ihtiyatlı bir cemiyyet bulunuyoruz. Diyordu.
Doğrusu biz, topluca tedbirli olmalıyız.
“Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz.”
«Biz ise elbet uyanık bir cemâatiz».
Biz ihtiyatlı bir toplumuz.
فَأَخۡرَجۡنَٰهُم مِّن جَنَّٰتٖ وَعُيُونٖ ٥٧
Bu suretle bunları bostanlardan, pınarlardan.
Fakat Biz, onları bahçelerden ve pınar başlarından çıkardık.
(57-58) Biz de Firavun’un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.
(57-58) Bu suretle onları bostanlardan, akar sulardan, hazînelerden ve şerefli makam (lar) dan çıkardık.
Böylece biz, Firavun ve soydaşlarını bahçelerden ve pınar başlarından çıkardık.
وَكُنُوزٖ وَمَقَامٖ كَرِيمٖ ٥٨
Hazinelerden, ve dilrubâ makamlardan çıkardık.
Hazinelerden ve şerefli makamlardan.
(57-58) Biz de Firavun’un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.
(57-58) Bu suretle onları bostanlardan, akar sulardan, hazînelerden ve şerefli makam (lar) dan çıkardık.
Hazinelerden ve konforlu köşklerden de.
كَذَٰلِكَۖ وَأَوۡرَثۡنَٰهَا بَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ ٥٩
Ve onları Ben-î İsraile miras kıldık.
Böylece onlara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
İşte (çıkarışımız) böyle oldu ve onlara İsrâîl oğullarını mîrascı kıldık.
Böylece bunlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.