بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ ٣٢
Bunun üzerine Asasını bırakıverdi, apaçık bir ejderha kesiliverdi.
Bunun üzerine o asasını attı, bir de ne görsün; apaçık bir ejderhadır.
Bunun üzerine Mûsâ, asasını attı, bir de ne görsünler, asa açıkça kocaman bir yılan olmuş.
Bunun üzerine (Muusâ) asaasını bırakıverdi. Birde (ne görsünler) o, apaçık bir ejderha!
Bunun üzerine Musa elindeki değneği yere attı, değnek o anda sahici bir yılan oluverdi.
وَنَزَعَ يَدَهُۥ فَإِذَا هِىَ بَيْضَآءُ لِلنَّٰظِرِينَ ٣٣
Bir de elini çekti çıkardı, o da bakanlara bem beyaz oluverdi.
Elini çıkardı, bir de ne görsün; bakanlara bembeyazdır.
Elini koynundan çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş.
Elini de çekib çıkardı. Bir de (ne görsünler) bu, temâşâ edenler için bembeyaz (ve nuur saçan bir el) dir.
Ve elini yeninin altından çıkardı; bakanlar, onun ak bir parıltı saçtığını gördüler.
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُۥٓ إِنَّ هَٰذَا لَسَٰحِرٌ عَلِيمٌ ٣٤
Etrafındaki cemiyyete bu, dedi: her halde bilgiç bir sihirbaz.
Çevresinde bulunan ileri gelenlere dedi ki: Şüphesiz bu, belletilmiş bir büyücüdür.
Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, “Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır” dedi.
(Fir'avn), çevresindeki ileri gelenlere: «Hiç şübhesiz, dedi, bu mutlak çok bilen bir büyücüdür».
Bunun üzerine Firavun, çevresindeki seçkin yakınlarına dedi ki, «bu adam bilgili bir büyücüdür»
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِۦ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ ٣٥
Sihrile sizi yerinizden çıkarmak istiyor, binaenaleyh ne emredersiniz?
Sizi büyüsüyle memleketinizden çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?
“Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?”
«Ki sizi büyüsiyle yerinizden (yurdunuzdan sürüb) çıkarmak diliyor. Şimdi (buna) ne buyurursunuz»?
Sizi büyücülüğü ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Peki ne buyuruyorsunuz?»
قَالُوٓاْ أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَٱبْعَثْ فِى ٱلْمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ ٣٦
Bunu ve kardeşini dediler; eğle, şehirlere de derleyiciler yolla.
Dediler ki: Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere toplayıcılar gönder.
Dediler ki: "Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere de toplayıcı adamlar gönder."
«Bunu ve kardeşini, dediler, gecikdir (eğle), şehirlere toplayıcılar yolla da»,
Dediler ki; «Onu kardeşi ile birlikte oyala ve adam toplayacak elçilerini bütün kentlere gönder.
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ ٣٧
Bütün bilgiç sihirbazları getirsinler.
Belletilmiş tüm büyücüleri sana getirsinler.
“Sana bütün usta sihirbazları getirsinler.”
Çok bilen her büyücüyü sana getirsin (ler)».
Bütün bilgili büyücüleri bulup sana getirsinler.
فَجُمِعَ ٱلسَّحَرَةُ لِمِيقَٰتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ ٣٨
Bu suretle malûm bir gün miykat tayin olunarak sihirbazlar cemolundu.
Büyücüler belli bir günün tayin edilen vaktinde toplandılar.
Böylece sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler.
Bu suretle muayyen bir günün belli bir vaktında bütün sihirbazlar bir araya getirildi.
Bir süre sonra büyücüler belirli bir günün kararlaştırılan saatinde biraraya geldiler.
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ ٣٩
Ve halka siz toplu musunuz denildi.
İnsanlara: Siz de toplanır mısınız? denildi.
İnsanlara da “Siz de toplanır mısınız?” denildi.
Ve insanlara da: «Siz de toplamalar mısınız?» denildi.
Halka da dediler ki, haydi toplanın bakalım.
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ ٱلسَّحَرَةَ إِن كَانُواْ هُمُ ٱلْغَٰلِبِينَ ٤٠
Sanırız bizler sihirbazlara tabi olacağız şayed onlar olursa galibler.
Eğer onlar galip gelirlerse; büyücülere belki biz de tabi oluruz.
“Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız” (dediler.)
«Umarız ki (bizimkiler) gaalib olurlarsa biz de (kendi) büyücüler (imiz) e uyarız».
Toplanın da eğer büyücüler galip gelirlerse onların peşinden gideriz.
فَلَمَّا جَآءَ ٱلسَّحَرَةُ قَالُواْ لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ ٱلْغَٰلِبِينَ ٤١
Derken vaktâ ki sihirbazlar geldiler Firavun’a elbette: biz galip gelirsek bize mutlak ecir var ya ? dediler.
Büyücüler geldikleri vakit, Firavun'a dediler ki: Galip gelenler biz olursak; muhakkak bize bir ücret vardır değil mi?
Sihirbazlar gelince, Firavun’a, “Eğer biz üstün gelirsek, gerçekten bize bir mükâfat var mı?” dediler.
Nihayet büyücüler gelince Fir'avna: «Muhakkak üstün gelirsek bize herhalde bir mükâfat var mı?» dediler.
Büyücüler gelince Firavun'a «Eğer biz yenecek olursak herhalde bize bir ödül verilecek değil mi? dediler.
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ ٱلْمُقَرَّبِينَ ٤٢
Evet, dedi: hem siz o vakit muhakkak mukarrebîndensiniz.
Evet, dedi. O takdirde siz, muhakkak gözdelerdensiniz.
Firavun, “Evet, hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız” dedi.
(Fir'avn): «Evet, dedi, hem o takdîrde siz elbet ve elbet (benim) en yakınlar (ım) dan (olacak) sınız».
Firavun evet, yakın adamlarım arasına gireceksiniz, dedi.