بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
قَالَ فِرۡعَوۡنُ وَمَا رَبُّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ٢٣
Firavun, Rabb’ül-âlemin de nedir? dedi.
Firavun: Alemlerin Rabbı da nedir? dedi.
Firavun, “Âlemlerin Rabbi de nedir?” dedi.
Fir'avn dedi ki: «Aalemlerin Rabbi (dediğin) nedir»?
Firavun, «alemlerin Rabb'i dediğin nedir?» dedi.
قَالَ رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَمَا بَيۡنَهُمَآۖ إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ ٢٤
Göklerin ve yerin ve bütün aralarındakilerin Rabb’i, eğer ehli yakîn iseniz dedi.
Dedi ki: Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbıdır. Eğer siz yakin getirenlerden iseniz.
Mûsâ, “O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir.”
(Muusâ): «Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan şeylerin Rabbidir. Eğer hakıykatı yakıynen bilmiye ehil kimselerseniz (Onun birliğine îman edin)» dedi.
Musa «Eğer kesin gerçeği öğrenmek istiyorsanız, O göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki bütün varlıkların Rabbidir» dedi.
قَالَ لِمَنۡ حَوۡلَهُۥٓ أَلَا تَسۡتَمِعُونَ ٢٥
Etrafındakilere dinlemez misiniz? dedi.
Yanında bulunanlara: İşitmiyor musunuz? dedi.
Firavun, etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) “dinlemez misiniz?” dedi.
(Fir'avn) etrafında bulunan kimselere dedi ki: «İşitmiyor musunuz»?
Firavun çevresindekilere «dediklerini duyuyor musunuz?» dedi.
قَالَ رَبُّكُمۡ وَرَبُّ ءَابَآئِكُمُ ٱلۡأَوَّلِينَ ٢٦
Rabbiniz’in ve evvelki atalarınızın Rabb’i dedi.
O da: Sizin de Rabbınız ve önce geçmiş atalarınızın da Rabbıdır, dedi.
Mûsâ, “O, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Rabbidir” dedi.
(Muusâ sözüne devamla:) «(O) sizin de, evvelki atalarınızın da Rabbidir» dedi.
Musa: «O hem sizin hem de sizden önceki atalarınızın Rabbidir» dedi.
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ ٱلَّذِيٓ أُرۡسِلَ إِلَيۡكُمۡ لَمَجۡنُونٞ ٢٧
Her halde size gönderilmiş olan resulünüz mutlak mecnun dedi.
Firavun dedi ki: Size gönderilen peygamberiniz şüphesiz delidir.
Firavun, “Bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir” dedi.
(Fir'avn) «Her halde size gönderilen (bu) peygamberiniz, dedi, mutlak delidir».
Firavun çevresindekilere: «Size peygamber olarak gönderilen bu adam kesinlikle bir delidir» dedi.
قَالَ رَبُّ ٱلۡمَشۡرِقِ وَٱلۡمَغۡرِبِ وَمَا بَيۡنَهُمَآۖ إِن كُنتُمۡ تَعۡقِلُونَ ٢٨
Meşrik ve Mağribin ve bütün aralarındakilerin Rabb’i, eğer siz âkıl iseniz dedi.
O da: Eğer aklınızı başınıza alırsanız; doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbıdır, dedi.
Mûsâ, “O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir” dedi.
(Muusâ yine devamla) dedi ki: «(O) Meşrıkla mağribin ve ikisi arasında bulunan her şeylerin Rabbidir. Eğer aklınızı kullanırsanız (idrâk edersiniz)».
Musa, «Eğer düşünme yeteneğiniz varsa anlarsınız ki, O doğunun, batının ve bu ikisi arasındaki bütün varlıkların Rabbidir.» dedi.
قَالَ لَئِنِ ٱتَّخَذۡتَ إِلَٰهًا غَيۡرِي لَأَجۡعَلَنَّكَ مِنَ ٱلۡمَسۡجُونِينَ ٢٩
Yemin ederim ki dedi: eğer benden başka bir ilâh tutarsan seni mutlak ve muhakkak zindandakilerden ederim.
Firavun dedi ki: Benden başka bir tanrı edinirsen; şüphesiz seni hapse atılanlardan kılarım.
Firavun, “Eğer benden başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim.”
(Fir'avn): «Andolsun, dedi, eğer benden başka bir Tanrı edinirsen seni muhakkak ve muhakkak zindana girenlerden ederim».
Firavun «Eğer benden başka bir ilah edinirsen yemin ederim ki, seni hapse attırırım» dedi.
قَالَ أَوَلَوۡ جِئۡتُكَ بِشَيۡءٖ مُّبِينٖ ٣٠
Ya, dedi: sana apaçık isbat edecek bir şey getirdimse demi?
Sana apaçık bir şeyle gelmişsem de mi? dedi.
Mûsâ, “Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?” dedi.
(Muusâ) dedi ki: «Sana apaçık bir şey getirdimse de mi (zindana atacaksın)»?
Musa «Sana doğru söylediğimi kanıtlayan apaçık bir delil göstersem de mi? dedi.
قَالَ فَأۡتِ بِهِۦٓ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ٣١
Haydi, dedi: getir onu bakayım sadıklardan isen.
Firavun: Eğer doğru söylüyorsan, haydi getir onu, dedi.
Firavun, “Doğru söyleyenlerden isen haydi getir onu,” dedi.
(Fir'avn): «Doğru söyleyenlerdensen haydi getir onu» dedi.
Firavun «Eğer doğru söylüyorsan kanıtını göster bakalım» dedi.
فَأَلۡقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعۡبَانٞ مُّبِينٞ ٣٢
Bunun üzerine Asasını bırakıverdi, apaçık bir ejderha kesiliverdi.
Bunun üzerine o asasını attı, bir de ne görsün; apaçık bir ejderhadır.
Bunun üzerine Mûsâ, asasını attı, bir de ne görsünler, asa açıkça kocaman bir yılan olmuş.
Bunun üzerine (Muusâ) asaasını bırakıverdi. Birde (ne görsünler) o, apaçık bir ejderha!
Bunun üzerine Musa elindeki değneği yere attı, değnek o anda sahici bir yılan oluverdi.
وَنَزَعَ يَدَهُۥ فَإِذَا هِيَ بَيۡضَآءُ لِلنَّٰظِرِينَ ٣٣
Bir de elini çekti çıkardı, o da bakanlara bem beyaz oluverdi.
Elini çıkardı, bir de ne görsün; bakanlara bembeyazdır.
Elini koynundan çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş.
Elini de çekib çıkardı. Bir de (ne görsünler) bu, temâşâ edenler için bembeyaz (ve nuur saçan bir el) dir.
Ve elini yeninin altından çıkardı; bakanlar, onun ak bir parıltı saçtığını gördüler.