بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
عَلَىٰ قَلۡبِكَ لِتَكُونَ مِنَ ٱلۡمُنذِرِينَ ١٩٤
Senin kalbin üzerine ki o münzirlerden olasın.
Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.
(193-195) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
(193-194-195) Onu Ruuh-ul Emîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine ma'nâsı açık Arabca bir dil ile indirmişdir.
Senin kalbine; uyarıcılardan biri olasın diye.
بِلِسَانٍ عَرَبِيّٖ مُّبِينٖ ١٩٥
Açık parlak bir Arabi lisan ile.
Apaçık arab diliyle.
(193-195) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
(193-194-195) Onu Ruuh-ul Emîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine ma'nâsı açık Arabca bir dil ile indirmişdir.
Açık, yalın bir arapça ile
وَإِنَّهُۥ لَفِي زُبُرِ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٩٦
Hem o şüphesiz evvelkilerin kitaplarında da var.
O, daha öncekilerin kitablarında vardır.
Şüphesiz bu (Kur’an’ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da vardı.
Şübhe yok ki o (Kur'an) daha evvelkilerin kitablarında da vardır.
Kur'an'ın temel ilkeleri, daha önceki ümmetlerin kutsal kitaplarında da yer almıştı.
أَوَلَمۡ يَكُن لَّهُمۡ ءَايَةً أَن يَعۡلَمَهُۥ عُلَمَٰٓؤُاْ بَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ ١٩٧
Onu Ben-î İsrail ulemasının bilmesi de onlara bir âyet (bir delil) değil mi.
İsrailoğullarının bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir ayet değil midir?
İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?
İsrâîl oğulları bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir âyet (bir delîl) değil miydi?
İsrailoğulları bilginlerinin bu Kur'an'dan haberdar olmaları müşrikler için bir delil değil mi?
وَلَوۡ نَزَّلۡنَٰهُ عَلَىٰ بَعۡضِ ٱلۡأَعۡجَمِينَ ١٩٨
Eğer onu Arapça bilmeyenlerin birine indirseydik de.
Biz, onu arapça bilmeyen kimselerden birine indirseydik.
(198-199) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.
Biz onu Arabca bilmeyenlerden birine indirseydik de,
Eğer biz Kur'an'ı ana dili arapça olmayan birine indirseydik de,
فَقَرَأَهُۥ عَلَيۡهِم مَّا كَانُواْ بِهِۦ مُؤۡمِنِينَ ١٩٩
O kendilerine kıraet etse idi yine iman etmeyeceklerdi.
Ve o, bunu onlara okusaydı, yine de ona inananlardan olmazlardı.
(198-199) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.
onlara karşı bunu okusaydı yîne buna îman edici kimseler değillerdi onlar.
Onu o müşriklere okusaydı ona yine inanmazlardı.
كَذَٰلِكَ سَلَكۡنَٰهُ فِي قُلُوبِ ٱلۡمُجۡرِمِينَ ٢٠٠
Biz onu mücrimlerin kalblerine öyle sokmuşuzdur.
İşte böylece onu suçluların kalbine sokarız.
İşte böylece biz onu (Kur’an’ı) suçluların kalbine soktuk.
Biz (küfrü) o günahkârların kalbine Öyle bir sokduk ki,
Böylece inanmamayı ağır suçluların kalplerine aşıladık.
لَا يُؤۡمِنُونَ بِهِۦ حَتَّىٰ يَرَوُاْ ٱلۡعَذَابَ ٱلۡأَلِيمَ ٢٠١
İman etmezler ana tâ o elim azâbı görecekleri deme kadar.
Elim azabı görünceye kadar ona inanmazlar.
(201-203) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, “Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar.
o pek çetin azâbı görecekleri (âna) kadar onlar (kaabil değil) bu (Kur'ana) inanmazlar.
Onlar acıklı azabı görmedikçe ona inanmazlar.
فَيَأۡتِيَهُم بَغۡتَةٗ وَهُمۡ لَا يَشۡعُرُونَ ٢٠٢
Ki geliversin de kendilerine ansızın, hiç farkında değillerken.
O da kendilerine apansız, haberleri olmadan geliverir.
(201-203) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, “Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar.
İşte bu (azab) onlara, kendileri de farkında olmayarak, ansızın gelecekdir.
O azapla hiç farkında olmadıkları bir sırada, ansızın yüzyüze gelirler.
فَيَقُولُواْ هَلۡ نَحۡنُ مُنظَرُونَ ٢٠٣
Desinler ki acaba bize bir müsaade edilir mi?
O zaman derler ki: Acaba bekletilemez miyiz?
(201-203) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, “Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar.
(Gelecekdir de «Acaba) bize bir mühlet verilir mî?» diyeceklerdir.
O zaman «Acaba bize mühlet verilir mi?» derler.
أَفَبِعَذَابِنَا يَسۡتَعۡجِلُونَ ٢٠٤
Ya şimdi azâbımızı iviyorlar mı?
Bizim azabımızı mı çabucak istiyorlardı.
Bizim azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar?
Onlar haalâ azabımızı çabuklatdırmak mı istiyorlar?
Onlar azabımızın bir an önce gerçekleşmesini mi istiyorlar?