بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَمَآ أَنتَ إِلَّا بَشَرٞ مِّثۡلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ ٱلۡكَٰذِبِينَ ١٨٦
Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin, doğrusu biz seni her halde yalancılardan sanıyoruz.
Bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu biz, seni yalancılardan sanıyoruz.
“Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
«Sen bizim gibi bir beşerden başkası değilsin. Biz senin muhakkak yalancılardan olduğunu zannediyoruz».
Sen de sadece bizler gibi bir insansın. Senin kesinlikle yalan söylediğin kanısındayız.
فَأَسۡقِطۡ عَلَيۡنَا كِسَفٗا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ١٨٧
Üzerimize Semâ’dan bir kıtayı düşürüver haydi sâdıklardan isen.
Eğer sadıklardan isen bize, gökten bir parça indir.
“Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür.”
«Eğer doğruculardan isen gökden üstümüze bir parça düşür».
Eğer doğru söylüyorsan başımıza gökten parçalar yağdır.
قَالَ رَبِّيٓ أَعۡلَمُ بِمَا تَعۡمَلُونَ ١٨٨
Rabbim alemdir, dedi: yaptıklarınıza.
Dedi ki: Rabbım; yaptıklarınızı en iyi bilendir.
Şu’ayb, “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
(Şuayb) dedi: «Ne yapıyorsanız Rabbim daha iyi bilicidir».
Şuayb «Rabbim neler yaptığınızı herkesten iyi bilir.»
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمۡ عَذَابُ يَوۡمِ ٱلظُّلَّةِۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَذَابَ يَوۡمٍ عَظِيمٍ ١٨٩
Hasılı onu tekzib ettiler, kendilerini de o zulle gününün azâbı alıverdi ki o cidden büyük bir günün azâbı idi.
Onu da yalanladılar ve onları bulutlu bir günün azabı yakaladı. Doğrusu o, büyük bir günün azabı idi.
Onlar Şu’ayb’ı yalanladılar. Derken gölge gününün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o, büyük bir günün azabı idi.
Hulâsa: Onu tekzîb etdiler de kendilerini o gölge gününün azâbı yakalayıverdi. Hakıykat bu, o günün büyük azâbı idi.
Eykeliler, Şuayb'i yalanladılar. Bunun üzerine «Yakar bulut günü» nün azabı yakalarına yapıştı. O gerçekten müthiş bir günün azabı idi.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَةٗۖ وَمَا كَانَ أَكۡثَرُهُم مُّؤۡمِنِينَ ١٩٠
Şüphesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mü'min olmadı.
Muhakkak ki bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu mü'minler olmadı.
Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
Şübhesiz bunda mutlak bir âyet vardır. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir.
Kuşku yok ki, bu olaydan alınacak dersler vardır. Onların çoğunluğu inanmamış kimselerdi.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلۡعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ١٩١
Ve şüphesiz ki Rabbin O, öyle Azîz öyle Rahîm.
Muhakkak ki Rabbın, elbette O; Aziz'dir, Rahim'dir.
Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
Hakıykat, senin Rabbin mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir O.
Ve yine kuşku yok ki, senin Rabb'in üstün iradeli ve merhametlidir.
وَإِنَّهُۥ لَتَنزِيلُ رَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ١٩٢
Ve hakikat bu (kur'an) Rabb-ül’âlemîn’in şüphesiz bir tenkizilidir.
Muhakkak ki o, elbette alemlerin Rabbının indirmesidir.
Şüphesiz bu Kur’an, âlemlerin Rabbi’nin indirmesidir.
O (Kur'an) muhakkak ve muhakkak aalemlerin Rabbi (canibinden) indirilmedir.
Hiç kuşkusuz Kur'an, Rabb'in tarafından indirilmiştir.
نَزَلَ بِهِ ٱلرُّوحُ ٱلۡأَمِينُ ١٩٣
Onu Ruhi emîn indirdi.
Onu Ruh el-Emin indirmiştir.
(193-195) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
(193-194-195) Onu Ruuh-ul Emîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine ma'nâsı açık Arabca bir dil ile indirmişdir.
Onu «güvenilir ruh» (Cebrail) indirdi.
عَلَىٰ قَلۡبِكَ لِتَكُونَ مِنَ ٱلۡمُنذِرِينَ ١٩٤
Senin kalbin üzerine ki o münzirlerden olasın.
Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.
(193-195) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
(193-194-195) Onu Ruuh-ul Emîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine ma'nâsı açık Arabca bir dil ile indirmişdir.
Senin kalbine; uyarıcılardan biri olasın diye.
بِلِسَانٍ عَرَبِيّٖ مُّبِينٖ ١٩٥
Açık parlak bir Arabi lisan ile.
Apaçık arab diliyle.
(193-195) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
(193-194-195) Onu Ruuh-ul Emîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine ma'nâsı açık Arabca bir dil ile indirmişdir.
Açık, yalın bir arapça ile
وَإِنَّهُۥ لَفِي زُبُرِ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٩٦
Hem o şüphesiz evvelkilerin kitaplarında da var.
O, daha öncekilerin kitablarında vardır.
Şüphesiz bu (Kur’an’ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da vardı.
Şübhe yok ki o (Kur'an) daha evvelkilerin kitablarında da vardır.
Kur'an'ın temel ilkeleri, daha önceki ümmetlerin kutsal kitaplarında da yer almıştı.