بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
قَالُواْ سَوَآءٌ عَلَيۡنَآ أَوَعَظۡتَ أَمۡ لَمۡ تَكُن مِّنَ ٱلۡوَٰعِظِينَ ١٣٦
Sen, dediler: ha vaazetmişin ha vaazedenlerden olmamışın bizce müsavidir.
Dediler ki: Öğüt versen de, yahut öğüt verenlerden olmasan da bizim için eşittir.
Dediler ki: “Sen ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir.”
Dediler: «Va'z etsen de, yahud va'z edicilerden olmasan da bize göre birdir».
Adoğulları dediler ki, «İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizim için birdir.»
إِنۡ هَٰذَآ إِلَّا خُلُقُ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٣٧
Bu sırf eskilerin âdeti.
Bu, öncekilerin adetinden başka bir şey değildir.
“Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir.”
«Bu, evvelkilerin aadetinden başka (bir şey) değildir».
Bu uygulamalarımız, eski atalarımızdan bize gelen geleneklerden başka birşey değildir.
وَمَا نَحۡنُ بِمُعَذَّبِينَ ١٣٨
Biz tazib olunmayız.
Hem biz, azaba uğratılacak da değiliz.
“Biz azaba uğratılacak da değiliz.”
«Biz azaba uğratılacaklar da değiliz».
Bizim azaba çarpılmamız sözkonusu değildir.
فَكَذَّبُوهُ فَأَهۡلَكۡنَٰهُمۡۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَةٗۖ وَمَا كَانَ أَكۡثَرُهُم مُّؤۡمِنِينَ ١٣٩
Diye onu tekzib ettiler de kendilerini helâk ediverdik. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mü'min olmadı.
Böylece onu yalanladılar. Ve Biz, onları yok ettik. Muhakkak ki bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu mü'minler olmadı.
Böylece onlar Hûd’u yalanladılar. Biz de bu yüzden onları helâk ettik. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
Hulâsa: Onu yalan saydılar da biz de kendilerini helak etdik. Şübhesiz bunda bir ibret vardır elbet. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir.
Böylece peygamberlerini yalanladılar. Biz de onları yokettik. Kuşku yok ki, bu olaydan alınacak dersler vardır. Onların çoğu inanmamış kimselerdir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلۡعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ١٤٠
Ve şüphesiz ki Rabbin o, öyle Aziz öyle Rahim.
Ve muhakkak ki Rabbın, elbette o; Aziz'dir, Rahim'dir.
Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
Hakıykat, senin Rabbin, mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir O.
Ve yine kuşku yok ki, senin Rabb'in üstün iradeli ve merhametlidir.
كَذَّبَتۡ ثَمُودُ ٱلۡمُرۡسَلِينَ ١٤١
Semûd gönderilen Resuller’i tekzib etti.
Semud da peygamberleri yalanladı.
Semûd kavmi de Peygamberleri yalanladı.
Semud (kavmi de gönderilen) peygamberleri tekzîb etmişdir.
Semudoğulları da peygamberlerini yalanladılar.
إِذۡ قَالَ لَهُمۡ أَخُوهُمۡ صَٰلِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ ١٤٢
O vakit ki kardeşleri Salih onlara demişti: Allah’dan korkmaz mısınız?
Hani onlara kardeşleri Salih demişti ki: Siz, sakınmaz mısınız?
Hani kardeşleri Salih, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
O zamanda ki biraderleri Saalih onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi.
Hani kardeşleri Salih onlara dedi ki, siz hiç Allah'tan korkmaz mısınız?
إِنِّي لَكُمۡ رَسُولٌ أَمِينٞ ١٤٣
Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş bir Resulüm, eminim.
Muhakkak ki ben, size emin bir peygamberim.
“Ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
«Şübhesiz ben size (gönderilmiş) emîn bir peygamberim».
Ben size gönderilmiş güvenilir bir Allah elçisiyim.
فَٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ١٤٤
Gelin Allah’dan korkun ve bana itaat edin.
Artık Allah'tan korkun da bana itaat edin.
“Öyle ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
«Artık Allahdan korkun ve bana itaat edin».
Öyleyse Allah'tan korkunuz da çağrıma uyunuz.
وَمَآ أَسۡـَٔلُكُمۡ عَلَيۡهِ مِنۡ أَجۡرٍۖ إِنۡ أَجۡرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ١٤٥
Buna karşı ben sizden bir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak Rabb-ül’âlemîn’e aiddir.
Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak alemlerin Rabbına aittir.
“Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
«Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım aalemlerin Rabbinden başkasına aaid değildir».
Ben bu çağrı hizmetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum; benim çabalarımın karşılığını verecek olan, alemlerin Rabb'idir.
أَتُتۡرَكُونَ فِي مَا هَٰهُنَآ ءَامِنِينَ ١٤٦
Siz burada emn-ü eman ile bırakılacak mısınız?
Burada emniyet içinde bırakılır mısınız?
(146-148) “Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
«Siz burada (ki nimetlerin içinde) emîn emîn bırakılacak mısınız»?
Siz bu dünyada hep güven içinde yaşatılacağınızı mı sanıyorsunuz?