بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَمَآ أَسۡـَٔلُكُمۡ عَلَيۡهِ مِنۡ أَجۡرٍۖ إِنۡ أَجۡرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ١٢٧
Buna karşı ben sizden bir ecir de istemiyorum. Benim ecrim ancak Rabb’ül âlemîn’e aiddir.
Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak alemlerin Rabbına aittir.
“Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
«Sizden buna karşı hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım aalemlerin Rabbinden başkasına aaid değildir».
Ben bu çağrı hizmetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum, benim çabamın karşılığını verecek olan alemlerin Rabb'idir.
أَتَبۡنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ ءَايَةٗ تَعۡبَثُونَ ١٢٨
Siz her tepeye bir alâmet bina eder eğlenir misiniz?
Siz, her yüksek yere koca bir bina kurup boş şeylerle mi uğraşırsınız?
“Siz her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz?”
«Siz, her yüksek yerde bir alâmet bina edib eğlenir misiniz»?
Sizler her yüksek tepeye gösteriş amaçlı bir anıt dikerek boş işlerle mi oyalanıyorsunuz.?
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمۡ تَخۡلُدُونَ ١٢٩
Bir takım masnuat da ediniyorsunuz ki sanki muhalled kalacaksınız.
Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz?
“İçlerinde ebedî yaşama ümidiyle sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?”
«Ebedî kalacağınızı umarak yer altında su mahzenleri edinir misiniz»?
Hiç ölmemek ümidi ile sağlam köşkler mi yapıyorsunuz?
وَإِذَا بَطَشۡتُم بَطَشۡتُمۡ جَبَّارِينَ ١٣٠
Hem tuttuğunuz vakit merhametsiz, cebbarcasına tutuyorsunuz.
Ve yakaladığınız zaman da zorbaca mı yakalarsınız?
“Tutup yakaladığınız zaman zorbaca yakalarsınız.”
«Tutub yakaladığınız vakit zorbalar gibi yakalar mısınız»?
Birini yakalayınca zorbaca yakalıyorsunuz.
فَٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ١٣١
Artık Allah’dan korkun ve bana itaat edin.
O halde Allah'tan korkun da bana itaat edin.
“Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
«Artık Allahdan korkun ve bana itaat edin».
Allah'tan korkunuz da çağrıma uyunuz.
وَٱتَّقُواْ ٱلَّذِيٓ أَمَدَّكُم بِمَا تَعۡلَمُونَ ١٣٢
O Allah’dan korkun ki size o bildiğiniz şeylere imdad buyordu.
Bildiğiniz şeylerle sizi destekleyenden sakının.
(132-134) “Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah’a karşı gelmekten sakının.”
«Size bilib durduğunuz şeylerle (nimetlerle) yardım eden»,
Size bildiğiniz nimetleri bağışlayan Allah'tan korkunuz.
أَمَدَّكُم بِأَنۡعَٰمٖ وَبَنِينَ ١٣٣
En'am, oğullar, cennet gibi bağlar, bahçeler, menbalar ile size imdad buyurmakta.
O, desteklemiştir sizi, hayvanlar ve oğullarla;
(132-134) “Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah’a karşı gelmekten sakının.”
(133-134) «Size davarlar, oğullar», «Bağlar, ırmaklar ihsan eden (Allahdan) korkun».
O size davar sürüleri ile evlatlar bağışladı.
وَجَنَّٰتٖ وَعُيُونٍ ١٣٤
En'am, oğullar, cennet gibi bağlar, bahçeler, menbalar ile size imdad buyurmakta.
Bahçeler ve çeşmelerle.
(132-134) “Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah’a karşı gelmekten sakının.”
(133-134) «Size davarlar, oğullar», «Bağlar, ırmaklar ihsan eden (Allahdan) korkun».
Bahçeler ve pınarlar armağan etti.
إِنِّيٓ أَخَافُ عَلَيۡكُمۡ عَذَابَ يَوۡمٍ عَظِيمٖ ١٣٥
Cidden ben size büyük bir günün azâbından korkuyorum.
Doğrusu hakkınızda büyük bir günün azabından korkuyorum.
“Çünkü ben, sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.”
«Ben cidden üstünüze (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyorum».
Sizin hesabınıza 'büyük gün'ün azabından endişe ederim.
قَالُواْ سَوَآءٌ عَلَيۡنَآ أَوَعَظۡتَ أَمۡ لَمۡ تَكُن مِّنَ ٱلۡوَٰعِظِينَ ١٣٦
Sen, dediler: ha vaazetmişin ha vaazedenlerden olmamışın bizce müsavidir.
Dediler ki: Öğüt versen de, yahut öğüt verenlerden olmasan da bizim için eşittir.
Dediler ki: “Sen ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir.”
Dediler: «Va'z etsen de, yahud va'z edicilerden olmasan da bize göre birdir».
Adoğulları dediler ki, «İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizim için birdir.»
إِنۡ هَٰذَآ إِلَّا خُلُقُ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٣٧
Bu sırf eskilerin âdeti.
Bu, öncekilerin adetinden başka bir şey değildir.
“Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir.”
«Bu, evvelkilerin aadetinden başka (bir şey) değildir».
Bu uygulamalarımız, eski atalarımızdan bize gelen geleneklerden başka birşey değildir.