بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَٱلَّذِينَ هُمۡ لِفُرُوجِهِمۡ حَٰفِظُونَ ٥
Ve onlar ki ırzlarını korurlar.
Ki onlar; ırzlarını korurlar.
Onlar ki, ırzlarını korurlar.
(Öyle mü'minler) ki onlar ırzlarını koruyanlardır.
Onlar ki; edep yerlerini sakınırlar.
إِلَّا عَلَىٰٓ أَزۡوَٰجِهِمۡ أَوۡ مَا مَلَكَتۡ أَيۡمَٰنُهُمۡ فَإِنَّهُمۡ غَيۡرُ مَلُومِينَ ٦
Ancak zevcelerine ve kendilerinin milki olan cariyelerine karşı müstesnâ, çünkü bunlar levm olunmazlar.
Sadece eşleri ve sağ ellerinin malik oldukları müstesnadır. Doğrusu onlar; bunun için de kınanacak değildirler.
Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.
Şu var ki zevcelerine, yahud sağ ellerinin mâlik olduklarına (kendi cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesnadır. Çünkü onlar (bu takdîrde) kınanmışlar değildir.
Onlar yalnız eşleri ve cariyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Bu iki durumda ayıplanmaları sözkonusu değildir.
فَمَنِ ٱبۡتَغَىٰ وَرَآءَ ذَٰلِكَ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡعَادُونَ ٧
Kim de bundan ötesini ararsa işte artık onlar haddi aşanlardır.
Kim de bundan başkasını ararsa; işte onlar, haddi aşanlardır.
Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır.
O halde kim bunların ötesini isterse şübhe yok ki onlar haddi aşanlardır.
Bunların ötesine geçmek isteyenler, yasal sınırı aşmış olurlar.
وَٱلَّذِينَ هُمۡ لِأَمَٰنَٰتِهِمۡ وَعَهۡدِهِمۡ رَٰعُونَ ٨
Ve onlar ki emanetlerine ve ahidlerine riayetkârdırlar.
Ki onlar; emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler.
Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.
(Öyle mü'minler) ki onlar emânetlerine ve ahidlerine riaayetkârdırlar.
Onlar ki, uhdelerine verilen emanetleri korurlar ve sözlerini tutarlar.
وَٱلَّذِينَ هُمۡ عَلَىٰ صَلَوَٰتِهِمۡ يُحَافِظُونَ ٩
Onlar ki namazlarının üzerine muhafızlık ederler.
Ki onlar; namazlarını korurlar.
Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.
(Öyle mü'minler) ki onlar namazlarına devam ederler.
Onlar ki, namazlarını aksatmaksızın kılarlar.
أُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡوَٰرِثُونَ ١٠
İşte onlardır o vârisler.
İşte onlar; varis olanlardır.
İşte bunlar varis olanların ta kendileridir.
İşte onlar vâris olanların ta kendileridir.
İşte onlar «varis» lerdir.
ٱلَّذِينَ يَرِثُونَ ٱلۡفِرۡدَوۡسَ هُمۡ فِيهَا خَٰلِدُونَ ١١
Ki Firdevse vâris olacak, onda muhallad kalacaklardır.
Onlar ki; Firdevs'e varis olacaklardır ve orada ebedi kalıcıdırlar.
Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Ki onlar Firdevse vâris olacaklardır. Onlar bunun için ebedî kalıcıdırlar.
Yani «Firdevs» cennetinin mirasçılarıdırlar, sürekli olarak orada kalacaklardır.
وَلَقَدۡ خَلَقۡنَا ٱلۡإِنسَٰنَ مِن سُلَٰلَةٖ مِّن طِينٖ ١٢
Şanım Hakk’ı için biz insanı çamurdan, bir sülâleden yarattık.
Andolsun ki; Biz, insanı; çamurdan, süzme bir özden yarattık.
Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.
Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hulâsadan yaratdık.
Andolsun ki, biz insanı süzme çamurdan yarattık.
ثُمَّ جَعَلۡنَٰهُ نُطۡفَةٗ فِي قَرَارٖ مَّكِينٖ ١٣
Sonra onu oturaklı bir karargâhta bir nufte yaptık.
Sonra da onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik.
Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik.
Sonra onu sarp ve metîn bir karargâhda bir nutfe yapdık.
Sonra sperma halinde korunaklı bir yuvaya yerleştirdik.
ثُمَّ خَلَقۡنَا ٱلنُّطۡفَةَ عَلَقَةٗ فَخَلَقۡنَا ٱلۡعَلَقَةَ مُضۡغَةٗ فَخَلَقۡنَا ٱلۡمُضۡغَةَ عِظَٰمٗا فَكَسَوۡنَا ٱلۡعِظَٰمَ لَحۡمٗا ثُمَّ أَنشَأۡنَٰهُ خَلۡقًا ءَاخَرَۚ فَتَبَارَكَ ٱللَّهُ أَحۡسَنُ ٱلۡخَٰلِقِينَ ١٤
Sonra o nufteyi bir aleka yarattık. Derken o alakayı bir mudga yarattık derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra ona diğer bir hılkat neşeti verdik, bak ne şanlı o Allah, yaratanların en güzeli.
Sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik. Derken o kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık. Bir çiğnemlik et parçasını kemik olarak yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Ve sonra onu apayrı bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir.
Sonra bu az suyu “alaka” hâline getirdik. Alakayı da “mudga” yaptık. Bu “mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!
Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı haaline getirdik, derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yapdık, o bir çiğnem eti de kemik (ler) e kalb etdik de o kemiklere de et giydirdik. Bil'âhare onu başka yaratılışla inşâ etdik. Suret yapanların en güzeli olan Allahın sânı (bak) ne yücedir!
Sonra spermayı embriyoya dönüştürdük. Arkasından embriyoyu et parçasına dönüştürdük, arkasından et parçasından kemikler yarattık, arkasından kemiklere et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratığa dönüştürdük. Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne yücedir!
ثُمَّ إِنَّكُم بَعۡدَ ذَٰلِكَ لَمَيِّتُونَ ١٥
Sonra siz bunun arkasından muhakkak öleceksiniz.
Sonra siz, bunun arkasından hiç şüphesiz ki öleceksiniz.
Sonra (ey insanlar) siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz.
Sonra siz bunun arkasından hiç şübhesiz ki ölüler (olacaksınız).
Sonra siz, bunun ardından öleceksiniz.