بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَٱلَّذِينَ هُمۡ عَنِ ٱللَّغۡوِ مُعۡرِضُونَ ٣
Onlar ki bîyhude işe, boş lâfa bakmazlar.
Ki onlar; boş sözlerden yüz çevirirler.
Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.
(Öyle mü'minler) ki onlar boş (lâkırdılardan) ve fâidesiz şeylerden yüz çeviricidirler.
Onlar ki, boş ve yararsız şeylerle ilgilenmezler.
وَٱلَّذِينَ هُمۡ لِلزَّكَوٰةِ فَٰعِلُونَ ٤
Onlar ki zekât vermek için çalışırlar.
Ki onlar; zekatlarını verirler.
Onlar ki, zekâtı öderler.
(Öyle mü'minler) ki onlar zekât (vazîfe) lerini yapanlardır.
Onlar ki, zekâtı aksatmaksızın, tam olarak verirler.
وَٱلَّذِينَ هُمۡ لِفُرُوجِهِمۡ حَٰفِظُونَ ٥
Ve onlar ki ırzlarını korurlar.
Ki onlar; ırzlarını korurlar.
Onlar ki, ırzlarını korurlar.
(Öyle mü'minler) ki onlar ırzlarını koruyanlardır.
Onlar ki; edep yerlerini sakınırlar.
إِلَّا عَلَىٰٓ أَزۡوَٰجِهِمۡ أَوۡ مَا مَلَكَتۡ أَيۡمَٰنُهُمۡ فَإِنَّهُمۡ غَيۡرُ مَلُومِينَ ٦
Ancak zevcelerine ve kendilerinin milki olan cariyelerine karşı müstesnâ, çünkü bunlar levm olunmazlar.
Sadece eşleri ve sağ ellerinin malik oldukları müstesnadır. Doğrusu onlar; bunun için de kınanacak değildirler.
Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.
Şu var ki zevcelerine, yahud sağ ellerinin mâlik olduklarına (kendi cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesnadır. Çünkü onlar (bu takdîrde) kınanmışlar değildir.
Onlar yalnız eşleri ve cariyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Bu iki durumda ayıplanmaları sözkonusu değildir.
فَمَنِ ٱبۡتَغَىٰ وَرَآءَ ذَٰلِكَ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡعَادُونَ ٧
Kim de bundan ötesini ararsa işte artık onlar haddi aşanlardır.
Kim de bundan başkasını ararsa; işte onlar, haddi aşanlardır.
Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır.
O halde kim bunların ötesini isterse şübhe yok ki onlar haddi aşanlardır.
Bunların ötesine geçmek isteyenler, yasal sınırı aşmış olurlar.
وَٱلَّذِينَ هُمۡ لِأَمَٰنَٰتِهِمۡ وَعَهۡدِهِمۡ رَٰعُونَ ٨
Ve onlar ki emanetlerine ve ahidlerine riayetkârdırlar.
Ki onlar; emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler.
Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.
(Öyle mü'minler) ki onlar emânetlerine ve ahidlerine riaayetkârdırlar.
Onlar ki, uhdelerine verilen emanetleri korurlar ve sözlerini tutarlar.
وَٱلَّذِينَ هُمۡ عَلَىٰ صَلَوَٰتِهِمۡ يُحَافِظُونَ ٩
Onlar ki namazlarının üzerine muhafızlık ederler.
Ki onlar; namazlarını korurlar.
Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.
(Öyle mü'minler) ki onlar namazlarına devam ederler.
Onlar ki, namazlarını aksatmaksızın kılarlar.
أُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡوَٰرِثُونَ ١٠
İşte onlardır o vârisler.
İşte onlar; varis olanlardır.
İşte bunlar varis olanların ta kendileridir.
İşte onlar vâris olanların ta kendileridir.
İşte onlar «varis» lerdir.
ٱلَّذِينَ يَرِثُونَ ٱلۡفِرۡدَوۡسَ هُمۡ فِيهَا خَٰلِدُونَ ١١
Ki Firdevse vâris olacak, onda muhallad kalacaklardır.
Onlar ki; Firdevs'e varis olacaklardır ve orada ebedi kalıcıdırlar.
Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Ki onlar Firdevse vâris olacaklardır. Onlar bunun için ebedî kalıcıdırlar.
Yani «Firdevs» cennetinin mirasçılarıdırlar, sürekli olarak orada kalacaklardır.
وَلَقَدۡ خَلَقۡنَا ٱلۡإِنسَٰنَ مِن سُلَٰلَةٖ مِّن طِينٖ ١٢
Şanım Hakk’ı için biz insanı çamurdan, bir sülâleden yarattık.
Andolsun ki; Biz, insanı; çamurdan, süzme bir özden yarattık.
Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.
Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hulâsadan yaratdık.
Andolsun ki, biz insanı süzme çamurdan yarattık.
ثُمَّ جَعَلۡنَٰهُ نُطۡفَةٗ فِي قَرَارٖ مَّكِينٖ ١٣
Sonra onu oturaklı bir karargâhta bir nufte yaptık.
Sonra da onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik.
Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik.
Sonra onu sarp ve metîn bir karargâhda bir nutfe yapdık.
Sonra sperma halinde korunaklı bir yuvaya yerleştirdik.